Kaliforniya’nın kalbi Los Angeles, günlerdir büyüyen protestolarla sarsılıyor. Göçmen karşıtı sert operasyonların ardından başlayan gösteriler, şimdi zincir mağazaların yağmalandığı, sokaklara askerlerin indiği bir krize dönüştü.
Ancak bu manzaranın arkasında yalnızca güncel bir öfke değil, uzun yıllardır Amerikan hükümetlerinin gerçek anlamda mücadele etmediği düzensiz göçmen akışının getirdiği siyasi yük var.
GÖÇMENLİKTEN KRİZE: BUGÜN NE OLUYOR?
ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi (ICE), son haftalarda Los Angeles merkezli geniş çaplı baskınlarla düzensiz göçmenleri hedef aldı.
Tutuklananların çoğu Latin Amerika kökenliydi. Operasyonların hemen ardından başlayan protestolar, bir haftaya yaklaşan sokak gösterilerine dönüştü. Zincir mağazalar yağmalandı, arabalar ateşe verildi, polisle çatışmalar yaşandı, şehirde asayiş bozuldu.
Başkan Trump, göstericileri “yağmacılıkla kamufle edilmiş isyancılar” olarak niteledi. Trump’a göre göstericiler fakir, mağdur göçmenler değil.
Ardından 2.000 ek Ulusal Muhafız’ı şehre gönderdi. Toplam güvenlik gücü 4.000’in üzerine çıkarken, Trump "iç savaş istemiyorum" mesajı da verdi. Ancak protestoları askerle bastırmak, bu mesajı inandırıcılıktan uzaklaştırdı.
Protestolar sırasında Başkan’ın oğlu Donald Trump Jr., X (eski Twitter) platformunda çatıda tüfek taşıyan Koreli bir adamın fotoğrafını paylaşarak altına şu notu düştü:
“Çatı Korelilerini yeniden büyük yapın!”
Bu paylaşım, Amerikan kamuoyunda hem tepki hem de tartışma yarattı. Görsel, tam da 1992 Los Angeles ayaklanmaları sırasında çekilmişti.
O dönemde, siyahi Amerikalı Rodney King’in polisler tarafından acımasızca dövülmesiyle başlayan protestolar, kısa sürede büyük bir isyana dönüşmüştü. Polis müdahalesi yetersiz kalınca, yağmalar artmış; özellikle Koreli göçmenlerin işlettiği dükkanlar hedef haline gelmişti.
Kendilerini savunmasız hisseden Koreli-Amerikalılar, ellerine silah alıp dükkanlarının çatısına çıkarak nöbet tutmaya başlamıştı. Kamuoyunda bu kişiler “çatı Korelileri” olarak anılmaya başlanmıştı. Donald Trump Jr.’ın paylaştığı o kare, işte bu hafızayı yeniden canlandırıyordu.
Fakat bu kez anlamı farklıydı: O dönem bir savunma refleksi olarak görülen görüntü, bugün bir azınlık grubuna karşı tehdit iması içeren bir sembole dönüşmüştü.
Los Angeles Koreli-Amerikalılar Derneği, Trump Jr.’ın paylaşımını “sorumsuzluk” olarak niteledi. Çünkü bu ifade, yalnızca tarihsel bir göndermeyle sınırlı değildi; aynı zamanda bugünkü protestolara katılan Latin kökenli gruplara karşı üstü kapalı bir karşıtlık çağrısıydı.
Düzensiz Göç: Romantizmle Değil, Gerçeklikle Konuşmalıyız
Göç bir hak olabilir; ama düzensiz, kontrolsüz ve yasa dışı göçmen akınları bir ülkenin iç düzeni ve güvenliği açısından ciddi riskler taşır. Bu, yalnızca Amerika’ya özgü bir sorun değil.
Türkiye’den Almanya’ya, İtalya’dan Fransa’ya kadar birçok ülke, düzensiz göçün toplumsal gerilimleri nasıl tetiklediğini yıllardır deneyimliyor.
Göç sosyolojisi literatürü bu ayrımı açıkça yapar. Castles ve Miller’a göre, “Göç hareketleri ne kadar yönetilmezse, yerli nüfus ile göçmenler arasındaki mesafe o kadar büyür” Ulrich Beck’in “risk toplumu” tanımı da bunu destekler: sistemin doğurduğu belirsizlikleri, dışsal tehditlerle açıklama eğilimi artar. Kaçak göçmenlere yönelik korkular, zamanla siyasal sermayeye dönüşür.
Trump’ın sınır politikaları bu bağlamda tartışılmalı. Evet, Trump’un dili çoğu zaman ayrıştırıcı, popülist ve sert olabilir. Ben de kendisini sık sık eleştiriyorum, itici buluyorum. Cahil olduğunu düşünüyorum. Ancak bu, devletin sınırlarını koruma hakkını otomatik olarak gayrimeşru kılmaz. Kaçak göçle mücadele, popülizmin değil egemenliğin alanına girer. Bir ülkenin kimliği, toplumsal düzeni ve sosyal adalet sistemi, kayıt dışı akınlara karşı korunmak zorundadır.
Düzensiz göçle mücadele etmek ırkçılık da değildir.
Ama...
Evet burada büyük bir ama var.
Amerika’daki tepki daha çok Latin kökenliler üzerinden gelişirken, Avrupa'da hedef sıklıkla Müslüman göçmenler oluyor. Almanya'da AfD, Fransa'da Le Pen, Hollanda'da Wilders, İtalya'da Meloni gibi figürler, göçmen karşıtlığını ana siyasi hat hâline getirdi. Bu çizginin merkez partilere sızması ise daha tehlikeli: Artık göçmen karşıtlığı marjinal değil, ana akım bir pozisyon hâline geldi.
Bu gelişme, sadece göçmenleri değil, ev sahibi toplumları da dönüştürüyor. Sürekli bir “öteki” tanımı üzerinden siyaset yapılması, toplumun bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Gerçek tehdidi ayırt edemeyen refleksler, farklı olan her bireyi potansiyel tehlike gibi görmeye başlıyor.
Los Angeles’ta yaşananlar, yalnızca bir kentteki toplumsal patlama değil; küresel bir gerilimin Amerika’daki tezahürü.
Yarın başka bir ülkede de benzer görüntüler görebiliriz.
Devletlerin düzensiz ve yasa dışı göçle mücadele etmesi en doğal egemenlik hakkıdır. Kimliği, düzeni ve sosyal dengeyi korumak adına sınırlar denetlenmek zorundadır. Ancak bu meşru çaba, bir noktadan sonra kolayca yabancı düşmanlığına evrilebilir.
Bugünün en büyük tehlikesi tam da burada yatıyor: Vergisini ödeyen, topluma katkı sağlayan, ülkeye yasal yollarla gelmiş göçmenlerle; kimliği, geçmişi, niyeti bilinmeyen, sınırdan kaçak yollarla giren kişiler aynı sepette değerlendiriliyor. Bu hem hukuken hem de vicdanen doğru değil.
Göçmenlik karşıtı reflekslerin hızla göçmen karşıtı nefrete dönüşmesi, demokratik toplumların en kırılgan damarlarından biridir. Unutulmamalıdır ki; bir ülkeye gelen herkes yük değildir. Kimi
iş gücüdür, kimi girişimci, kimi öğrenci, kimi entelektüel bir katkıdır. Bu ayrımı yapmayan sistemler hem adaleti hem de liyakati zedeler.
Bugün hem Amerika hem Avrupa hem de Türkiye iki temel soruya cevap vermek zorunda:
Sınırlarını nasıl koruyacak?
Kimliğini nasıl tanımlayacak?
Bu soruların cevabı, sadece göçmenler için değil, ev sahibi toplumlar için de bir gelecek sorusudur. Ve bu cevap, ancak romantizmle değil, gerçeklikle; ama aynı zamanda insan onurunu gözeten bir sorumlulukla verilebilir.