Başlığa çıkardığım ifade James Jeffrey'e ait. Jeffrey ABD'nin Ortadoğu konusunda en kıdemli diplomatlarından. Barack Obama'nın başkanlık döneminde 2008-2010 yılları arasında ABD'nin Ankara Büyükelçisi, 2010-2012 arasında ise Bağdat Büyükelçisi olarak görev yaptı.
Başkan seçilmeden önce göreve uygun görmediği bir isim olsa da Beyaz Saray'daki ilk döneminde Donald Trump'la da çalıştı. Dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo kendisine Suriye dosyasını emanet etti. Jeffrey de 2018-2020 yılları arasında Başkan Trump'ın Suriye Özel Temsilcisi olarak bölgede mesai yaptı.
Halen Wilson Center adlı düşünce kuruluşunda Ortadoğu Programına başkanlık etmekte olan emekli Büyükelçi Jeffrey ile 2024'ün son gününde Halk TV için mülakat yaptım. Başlıktaki benzetme ile Wikileaks tarafından sızdırılan yazışmalarda Ankara Büyükelçisi iken AKP iktidarının Ortadoğu politikası için yaptığı "hırs bakımından Rolls Royce, kapasitesi bakımından Rover" tarifini özellikle sordum.
Ayrıca ABD-HTŞ ilişkisini, Suriye'nin geleceğinde ABD'nin rolünü, İsrail ile Türkiye arasında çatışma olasılığını ve ikinci Trump döneminde ABD-Türkiye ilişkilerinin seyrine dair öngörülerini de konuştuk. Verdiği yanıtlar Ankara-Washington hattında Suriye üzerinden şekillenecek yeni bir "ortaklık" ilişkisinin şekillenmekte olduğuna işaret ediyor.
Bakalım siz satır aralarını nasıl okuyacak ve Jeffrey'nin anlattıklarından neler çıkaracaksınız?
"İdlib'deki en az kötü seçenek HTŞ. İdlib ise Suriye'deki en önemli bölge"
Işın ELİÇİN: Bugün 2024'ün son günü. 2025'ten beklentileriniz neler? Ne dilersiniz?
James JEFFREY: Her şeyden önce, dünyadaki herkes için barış, refah ve siyasi özgürlük diliyorum. 2025'in 2024'ten daha iyi bir yıl olacağından ümitliyim. uluslararası sistemin karşılaştığı tüm meydan okumalar geri püskürtüldü. Ukrayna buna dahil. Rusya'nın ilerlemesi büyük maliyetine rağmen görece az. Putin desteğini kaybetti: En son uçak düşürme olayıyla Azerbaycan'da, halkın ayaklandığı Gürcistan'da... Hatta Belarus bile Batı ile iyi geçinmek istediğine dair sinyaller veriyor. Suriye'deki Rus üslerinin durumunu görüyorsunuz. Ortadoğu'da da İran ve direniş ekseni kesin olarak yenildi. Doğu Asya'da Çin ciddi ekonomik, demografik ve idari zayıflık gösteriyor. Bunların değişeceğini sanmıyorum. Dolayısıyla genel olarak iyimserim.
ELİÇİN: 2021 yılında PBS'in Front Line programına verdiğiniz röportajda Heyet Tahrir eş Şam'ın (HTŞ) İdlib'deki en az kötü seçenek olduğunu, İdlib'in de Suriye'deki en önemli yer olduğunu söylemiştiniz. Şimdi bu seçenek suriye'yi yönetiyor. Şaşırdınız mı? Ne düşünüyorsunuz?
JEFFREY: 2021'de ileri görüşlüymüşüm. sadece 2021'de de değil. eylül 2018'de Esad Rusya' ve İran'ın desteğiyle İdlib'e saldırı düzenlemeye hazırlandığında ABD yönetimi çok güçlü bir tavır aldı. Başkan Trump Twitter'dan buna kalkışılmaması için onları uyardı. Dışişleri Bakanı Pompeo Lavrov'u aradı. Tüm savaşın anahtarı olarak gördüğümüz İdlib'deki ateşkes statüsünün korunması için Türkiye ile koordinasyon içinde aksiyon aldık. Anahtarı oldu da...
"ABD HTŞ'ye dolaylı destek verdi"
ELİÇİN: Trump'ın Suriye özel temsilcisi olduğunuz dönemde HTŞ'nin sizinle dolaylı iletişim kurduğunu söylemiştiniz. Mesajları neydi? Onlar hakkında ne öğrendiniz? Örneğin HTŞ lideri Golani şimdilerde daha ılımlı bir İslamcı portresi çiziyor. Bu tarife katılıyor musunuz?
JEFFREY: Deneyimlerime dayanarak da söyleyebilirim ki, Ortadoğu'da ve Arap ülkelerinde pek çok kişi, değişen düzeylerde de olsa kendini İslamcı olarak tanımlıyor. Herşeyden önce Golani de bu kategoride. Önemli olansa, bizim uluslararası terörizm olarak kabul ettiğimiz eylemlere kalkışmayacağını ilan etmiş olması. Dahası son 8 yıldır bu tür eylemlere katıldığını görmedik. Dolayısıyla, hala teröristler listesinde olmasına rağmen, kontrol ettiği bölgelere insani yardım malzemeleri göndermek gibi dolaylı destek vermek, istisnai muafiyet tanımak bölgeyi Esad'ın elinden uzak ve güvende tutmak açısından önemli bir adımdı. Bu desteğimizin terör saldırıları için kullanılmadığını gördük.
"YPG'nin PKK ile bağlarını biliyorduk. ABD silahlarını Türkiye'ye karşı kullanmamayı kabul ettiler"
ELİÇİN: ABD'nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile işbirliğini Türkiye'nin HTŞ ile ilişkisiyle karşılaştırmış ve her ikisi için de "kohabitasyon" (birlikte yaşama) tabirini kullanmıştınız. Bunu biraz açar mısınız?
JEFFREY: Elbette. Türkiye'ye hep söylediğimiz şey ve en azından şahsen benim ve birçok Amerikalı yetkilinin SDG liderliğine hep söylediği şey; SDG ile ilişkimizin, "geçici ve taktiksel bir al-ver ilişkisi" olduğuydu. Onların PKK ile bütün bağlarını biliyorduk. Dolayısıyla Türkiye'ye hiçbir şekilde saldırı düzenleme-meyi ve kesinlikle Amerikan silahlarını, istihbaratını, diğer desteği Türkiye'ye karşı kullanmayarak IŞİD ile savaşa odaklanmayı kabul ettiler. Tıpkı HTŞ'nin Esad ile savaşında olduğu gibi onlar da IŞİD ile mücadelede son derece etkiliydiler.
ELİÇİN: Başkan Trump'ın ikinci döneminde Amerikan askerlerini Suriye'den çekeceğini düşünüyor musunuz? Ona ne salık verirdiniz?
JEFFREY: Başkan Trump'ın Suriye'deki askerlerle ilgili kararını, diğer tüm bölgelerde olduğu gibi kendisinin ve ekibinin Amerika'nın ulusal çıkarlarına hizmet edip etmediği değerlendirmesine göre vereceğini düşünüyorum. Benim kişisel değerlendirmem, Suriye'deki askerlerimizin IŞİD'le mücadelede işe yaradığı yönünde. Ancak benim sorumlu olduğum dönemden farklı bir durum var artık. O dönemde Amerikan askerlerinin varlığı, rasyonel bir yönetim için koruma da yarıyordu. Türkiye'ye tehdit konusunu anlıyorum ama Suriye'nin kuzey doğusunda, büyük bir bölümde, tıpkı kuzey batıda Türkiye ya da HTŞ kontrolündeki bölgelerde olduğu gibi, bir tür sükunet ve minimum -refah denemez elbette ama- ekonomik sürdürülebilirlik sağlandı. Suriye'nin geri kalanında olmayan bir durumdu ve bunun değişmesini istemiyorduk. Daha önemlisi güneyde, SDG ve IŞİD ile de alakası olmayan El Tanf üssünün bulunduğu bölgeye Esad'ın, Rusya'nın ve İranlıların erişimi engelliyorduk. Bu da rejim üzerinde baskı oluşturuyor ve çatışmanın donmasını sağlıyordu. Şimdi bütün bunlar değişti. Artık Şam'da er ya da geç Esad'ın yapamadığını yapacak, Suriye'nin tamamında kabul edilecek bir hükümet var. Ayrıca en azından şimdilik, iran'ın ve Rusya'nın Suriye üzerinden bölgeye tehdidi ortadan kalktı. Dolayısıyla durum değişti, bizim çıkarlarımız da değişti. Bundan sonraki adımlarımızın ne olacağını düşünmemiz gerekiyor. Trump yönetiminin de böyle yapmasını bekliyorum.
ELİÇİN: Söylediklerinizden Trump yönetiminin HTŞ'yi terör grupları listesinden çıkaracağını anlıyorum.
JEFFREY: Bundan pek emin değilim. Üç hafta önce Suriye'deki durumun tamamen değişmesinden bu yana ABD'de ısrarcı bir terörle mücadele zihniyeti gözlemliyorum. Çok büyük, çok iyi finanse edilen ideolojik bir bürokrasi var. Başkan Bush'un 11 eylül saldırıları sonrasındakinden bile farklı bir "bir kez terörist olan, hem terörist kalır" zihniyeti. Oysa bizim el Kaide ile savaşımızdaki temel fikir, değişmek isteyen insanlara kucak açmaktı. Irak'taki başarımızı buna borçluyuz. Anbar vilayetindeki pek çok el Kaide üyesi taraf değiştirdi. Onlara bir yıl önce ne yaptıklarını sormadık. Tek sorduğumuz yarın ne yapacakları oldu. Bu çok iyi bir prensip ama başkan düzeyinde destek gerektirir. Irak'ta bush'tan bu desteği görmüştük. Umarım Başkan Trump da bu meseleyle şahsen ilgilenir. Çünkü işi bürokrasiye bırakırsa, HTŞ asla terör listesinden çıkamaz.
"Suriye'nin geleceğinde beş ülkenin söz sahibi olması çok önemli"
ELİÇİN: Golani, SDG'nin ulusal orduya katılması için müzakere yürüttüklerini söylüyor. Sizce bu kısa vadede gerçekçi bir hedef mi ve ABD bu müzakereleri destekliyor mu?
JEFFREY: Öncelikle, bizim Türkiye'yle, Suriye muhalefeti ile, Birleşmiş Milletler ve SDG ile sürekli olarak paylaştığımız Amerikan pozisyonu şöyle: Suriye'nin geneli için ya da kuzey doğuda YPG ve siyasi kanadı PYD'nin geleceği konusunda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Aralık 2015'te aldığı 2254 no'lu kararın uygulanması dışında siyasi bir görüş ya da beklentimiz yok. Bu karar Suriye iç savaşının sona ermesi için yeni anayasa yapımını, seçimlerin yapılmasını, uzlaşma ve ateşkes sağlanmasını, terörle mücadeleyi öngörüyor. Bunun ötesinde Suriye'nin nasıl ayağa kalkması gerektiğine dair bir pozisyon almadık. HTŞ ve SDG'nin müzakere içinde olması iyi bir şey. Şam'daki hükümet diğer gruplarla da görüşüyor. Güneyde "operasyon merkezi" grubu var. Kuzeyde Türkiye destekli "Suriye milli ordusu" var. Başkaları da var. Bu sürecin devam etmesini isteriz. Bu amaçla hem SDG ile hem de Şam'la sürekli temas halindeyiz. Bu iyi birşey. Nihai hedef diğerleri gibi kendi sınırlarını kontrol edebilen, kendi ulusal ordusuna hakim bir devletin olması. Bu nasıl olur, temel detaylar ne olur, bunlar herşeyden önce Suriyelilerin kendi arasında halletmesi gereken bir konu. İkinci olarak çok önemli bir husus daha var. Önemli çünkü Türkiye'yi, İsrail'i, Ürdün, Irak ve Lübnan'ı ilgilendiriyor. Bu beş ülke de katî surette ve tehlikeli bir şekilde Suriye'de olanlardan etkilendi. Suriye'nin nasıl şekilleneceği hepsinin meşru çıkarlarını ilgilendiriyor. Dolayısıyla hepsi de söz sahibi olmalı.
ELİÇİN: İsraille ilgili de bir soru sormak isterim ama önce, bahsettiğiniz BMGK kararı geçerli sayılacak mı? Çünkü orada çağrı Beşar Esad yönetimine yapılıyor ve Rusya'nın da onayı gerekiyor. Karar geçerli sayılacak mı?
JEFFREY: Öyle olacağına inanıyorum. Rusya Aralık 2015'te kararı imzalayıp onaylamıştı. İkinci olarak da, Esad rejimi gitti, Suriye henüz ayağa kalkmış değil. Bu karar iyi bir yol haritası çiziyor. Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi Geir Petersen defaten kararın geçerli olduğunu söyledi. Bence genel kurula başkanlık eden BM Genel Sekreteri ve ABD de aynı görüşte.
"İsrail'in Türkiye'yi işgal etmek istediğine dair işaret görmedim"
ELİÇİN: İran, Suriye ve belki de tüm Ortadoğu'da nüfuzunu kaybettiğine göre Türkiye ve İsrail bölgede iki baskın güç olarak öne çıkıyor. Ama ikisi de son sözü söyleyen olmak istiyor. Çatışmalarını bekler misiniz?
JEFFREY: Hayır. Bunun zorunlu ya da kaçınılmaz olduğunu düşünmüyorum. Uzun yıllar Türkiye ve İsrail'le beraber çalışmış biri olarak söyleyebilirim ki, her ikisi de "statüko" devletleri. Devrimci ülkeler değiller. Rusya bugün devrimci bir ülkedir. İdeolojik olarak değil, uluslararası sahnedeki etkisi bağlamında da söylüyorum. İran ise hem ideolojisi bakımından hem de bölgeye etkisi bakımından devrimci bir ülke. Türkiye ve İsrail ise statüko ülkeleri. Buna mukabil her ikisi de güçlü, her ikisi de başarılı. Ortak rakipleri İran tedricen ve hatta belki de kalıcı olarak dramatik bir şekilde zayıf düştü. Bunu Avrupa ve Asya'nın diplomasi tarihinde yüzyıllar boyunca gördük. Risk şu ki, birbirine karşı husumeti olmayan iki ülke arasında da gerginlik çıkabilir çünkü her ikisi de kendi güvenlik algısında mutlakçıdır. Bu nedenle "yakın sınır ötesi"nde hatalar yapabilirler. Şu anda Türkiye'nin de İsrail'in de "yakın sınırötesi" Suriye'de çakışıyor. Peki çözüm ne? Çözüm Washington. Washington'ın, özellikle de Donald Trump'ın iki ülkenin lideriyle çok yakın ilişkileri var. Ben bu iki lideri de tanıyorum. Yanlış değerlendirdiğimi sanmam. İkisi de birbirinden hoşlanmıyor. Ama her ikisinin de Donald Trump'la iş yapma konusunda uzun bir geçmişi var. Dolayısıyla bu meseleyi Donald Trump'ın şahsen üstlenecek olması iyi haber, çünkü ikisine de güven telkin edecektir.
ELİÇİN: Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan yakın bir tarihte, sanırım Ekim'de İsrail'i Türkiye'yi işgal etme niyetinde olmakla suçlamıştı. Ne diyorsunuz?
JEFFREY: Ben İsrail'in Türkiye'yi işgal etmek istediğine ya da buna gücünün yeteceğine dair bir işaret görmedim.
"Türkiye'nin F-35 programına dönmesi için bir yol bulunacağını düşünüyorum"
ELİÇİN: İkinci Trump döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği konusunda iyimser görünüyorsunuz. Üstesinden gelinmesi gereken başlıca sorunlar neler?
JEFFREY: Her şeyden evvel bizler müttefikiz, ortaklarız, demokratik sistemde paydaşız. Her iki ülke de NATO üyesi ve her iki ülke de piyasa ekonomisi. Ekonomik ve ticari ilişkilerimiz, özellikle LNG, sıvılaştırılmış doğalgaz bağlamındaki enerji ilişkilerimiz dramatik bir tırmanışa geçti. Bunların hepsi çok önemli. Ayrıca Ukrayna'nın geleceğinde, Kafkaslar'da, Irak'ta ve şimdi de Suriye'de ortaklıklarımız var. Daha iyi ilişki kurmamızın önündeki başlıca engeller, örneğin Fethullah Gülen hareketi ya da Ermeni soykırımı meselesi ortadan kalktı. Suriye'de SDG konusundaki anlaşmazlığımız devam ediyor ama tekrar etmek gerekirse, oradaki durum değişiyor ve en önemlisi, Türkiye ve ABD'nin Suriye konusunda, ABD askerleri ve Türkiye'nin Suriye'deki etkinliği konusunda birbiriyle en üst düzeyde danışarak ilerlemeye devam etmesi. Ben bunu şu anda yapmakta olduğumuza güveniyorum. S-400 meselesi ve F-35 sürecini konuşmaya devam ediyoruz. Türkiye'nin F-35 programına geri dönüşü için bir yol bulunacağından umutluyum.
IŞIN: Bu Ankara'yı çok memnun eder... Wikileaks tarafından sızdırılan ABD'nin diplomatik yazışmaları arasında, sizin Ankara Büyükelçisi olduğunuz döneminde, Türkiye'nin Ortadoğu politikasına dair 2009 yılındaki sözleriniz çok alıntılanmıştı. Türkiye'yi hırsları bakımından Rolls Royce'a, kapasitesi bakımından Rover'a benzetmiştiniz. 15 yıl sonra Ankara'nın hırsları ile kapasitesi arasındaki uçurumu kapattığını düşünüyor musunuz?
"Ankara'nın Ortadoğu'ya dair hırsları ile kapasitesi birbiriyle hizalandı"
JEFFREY: Wikileaks'in benim ya da diğer Amerikalılara ait olduğunu iddia ettikleri açıklamalara dair yorum yapma izni yok. Bugünkü kanaatim, Türkiye'nin Ortadoğu'ya dair bugünkü hırslarının benim Büyükelçi olduğum döneme göre daha gerçekçi olduğu yönünde. O zamanlar "sıfır sorun" dönemiydi ve Türkiye bütün Arap bölgesinin ve Mavi Marmara olayına kadar da İsrail'in en nüfuzlu ana ortağı olmak istiyordu. Şimdi hırsları azaldı. Başlıca rakibi İran artık eskisi kadar tehdit edici değil. İkinci olarak, hepimizin ortak sorunu Rusya Türkiye'nin kuzeyinde.. Artık esas olarak Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar olmak üzere Körfez ülkeleri ile normal ilişkiler kurmaya odaklandı. Yakın zamanda Mısır da buna dahil oldu. Artık çok önemli güvenlik ve ekonomik çıkarlarının bulunduğu, büyük nüfuz sahibi olduğu Suriye ve Irak'a odaklandı. Kanımca şu anda hırsları ile artan kapasitesi birbiriyle büyük ölçüde hizalanmış durumda.