Nazi Almanyası ve demokrasi

Almanya Nazi Partisi’nin iktidarında, 1933 ile 1945 yılları arasında belki de dünyanın en karanlık dönemine ev sahipliği yaptı.

Almanya Nazi Partisi’nin iktidarında, 1933 ile 1945 yılları arasında belki de dünyanın en karanlık dönemine ev sahipliği yaptı. Adolf Hitler’in iktidara gelmesiyle, Almanya’daki demokratik yapılar hızla yok oldu, hukukun üstünlüğü ortadan kalktı ve tüm güç tek bir kişide toplandı. Ve sonrasında dünyanın en kanlı savaşı İkinci Dünya Savaşı ve soykırımlar dünya tarihine kaydedildi.

Bu yazıda, Hitler'in nasıl gücü elinde topladığı, güçler ayrılığının nasıl yok olduğu, kanun hükmünde kararnamelerin rolü ve Nazi Almanya’sında hukukun nasıl işlediğini hep birlikte hatırlayalım istiyorum.

Hitler'in Gücü Ele Geçirmesi ve Hindenburg’un Rolü

Paul von Hindenburg, Weimar Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanıydı ve 1925’ten 1934’e kadar görev yaptı. 1932 seçimlerinde yüzde 37,4’lük oy oranıyla Nazi Partisi en büyük parti olmasına rağmen bu oy tek başına hükümeti kurmak için yeterli değildi. Hindenburg başlangıçta Hitler’e karşıydı ve onun başbakan olmasını istemiyordu. Ancak, Almanya'daki derin ekonomik kriz, Nazi Partisi’nin artan popülaritesi ve sosyal huzursuzluklar, Hindenburg’u zor bir durumda bıraktı. Sonunda, Hindenburg, 30 Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atamak zorunda kaldı.

Başbakanlık, Hitler için bir fırsattı. Hindenburg, aslında bu atamayı, Nazi Partisi’ni sadece koalisyon hükümetine dahil etmek için yaptı. Yani bu atama, bir koalisyon hükümetinin kurulması anlamına geliyordu, bu da Hitler’in tam bir güç sahibi olduğu anlamına gelmeyecekti. Ancak bu durum, çok geçmeden değişecekti.

Koalisyon Hükümetinden Diktatörlüğe

Hitler’in başbakanlık görevini devralmasından kısa bir süre sonra, Reichstag (Alman Meclisi) Yangını (27 Şubat 1933) patlak verdi. Bu yangını komünistlerin çıkardığını söyleyen Hitler, iç ve dış tehditlere karşı Almanya’nın güçlü durması gerektiğini söyleyerek çok büyük kitleler toplamayı başarmıştı. Yangının Almanya’ya yapılan bir komplo, Hinderburg’un da bir acizliği olduğuna halkı inandıran Hitler Reichstag Yangını Kararnamesi’ni çıkarttı. Bu kararname ile Hitler’e olağanüstü yetkiler tanındı ve anayasal hakların askıya alınmasına neden oldu. Reichstag, Nazi Partisi’nin kontrolüne geçti ve bu durum, Hitler’in yasama ve yürütme gücünü elde etmesine olanak tanıdı. Ayrıca, 1933’te çıkarılan Nürnberg Yasaları ile Yahudilerin vatandaşlık hakları ellerinden alındı ve ırkçı uygulamalar yasal hale getirildi. Hitler, Führer unvanını alarak, sağlığı giderek kötüleşen Hindenburg’un Cumhurbaşkanlığı görevini de fiilen devraldı. Hindenburg’un 1934’teki ölümünden sonra ise, Hitler’in otoritesi zirveye ulaştı. Artık Almanya’da Hitler’den daha yetkili ve güçlü kimse yoktu. Istediği kişiye istediğini yapabilirdi.

Güçler Ayrılığının Yok Olması

Elbette bu gelişmelerle Nazi Almanya’sında güçler ayrılığı ilkesi tamamen yok oldu. Hitler, yasama, yürütme ve yargıyı kontrol altına alarak, devletin tüm gücünü tek elde topladı. Reichstag, Nazi Partisi’nin denetimindeki bir araç haline gelirken, yargı bağımsızlığını kaybetti ve Nazi ideolojisi doğrultusunda kararlar alınmaya başlandı. Yargı, sadece Nazi Partisi’nin çıkarlarını savunmakla kalmadı, aynı zamanda rejime karşı çıkan tüm görüşleri baskı altına aldı.

Örneğin yargıç Roland Freisler Nazi mahkemelerinin başında yer aldı ve direniş hareketlerine katılanları acımasızca cezalandırdı. Özellikle muhalefet partisine mensup siyasetçilere uyduruk nedenlerle idam ya da sürgün cezaları vermesiyle ünlenmişti.

Kanun Hükmünde Kararnamelerle Hukukun Dönüşümü

Kanun hükmünde kararnameler, Nazi rejiminin hukuku hiçe sayarak hızlı kararlar almasına olanak sağladı. Daha önce de sözü geçen Reichstag Yangını Kararnamesi, Hitler’in anayasal hakları askıya almasını ve muhalif gruplara karşı baskı yapmasını kolaylaştırdı. 1933’te çıkarılan Ermögensverordnung (Mülkiyet Düzenlemesi) ile Nazi rejimi, Yahudi ve diğer “istenmeyen” grupların mal varlıklarını kamulaştırmaya başladı. Bu kararlar, Hitler’in hukuki temele dayanmadan, tek adam yönetimini pekiştirmesine imkan tanıdı. Kağıt üzerinde soruşturmayı savcılar açıyor, kararları da hakimler veriyordu. Hitler de bağımsız Alman yargısına vurgu yapıyor, yargıya müdahale edenin vatan haini olduğunu söylüyordu ama bu tiyatrodan başka bir şey değildi.

Yargı, sadece Nazi ideolojisinin onayladığı şekilde karar alırken, Reichstag ise Hitler’in tüm planlarını onaylayan bir araç haline geldi. Nazi Partisi’nin politikaları ve yasaları, kanun hükmünde kararnamelerle hukuki bir temele oturtuldu ve bu durum, Hitler’in diktatörlük yetkilerini pekiştirdi.

Muhalefetin Bastırılması

Hitler, iktidara geldikten sonra, Sosyal Demokrat Parti ve Komünist Parti gibi muhalif partileri yasakladı. Reichstag Yangını Kararnamesi ile bu partilerin liderleri ve üyeleri tutuklandı, rejime karşı duran tüm gruplar baskı altına alındı. Alman Direnişi, Nazi rejimine karşı yazdığı bildirilerle halkı uyandırmaya çalışan önemli gruplardan biriydi. Biri tıp diğeri biyoloji okuyan üniversite öğrencisi kardeşler Hans ve Sophie Scholl gibi direniş liderleri, Beyaz Gül hareketinin önderleri olarak tutuklandı ve idam edildiler.
Nazi rejimi, sadece siyasi partilere değil, dini liderlere ve toplumsal eleştirmenlere de tahammül edemedi. Martin Niemöller, Nazi ideolojisine karşı sesini yükselten bir papazdı ve Nazi rejimi tarafından tutuklanarak toplama kampına gönderildi.

Özetlemek gerekirse Nazi Almanya’sında hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı tamamen yok oldu. Kanun hükmünde kararname uygulamaları, Nazi Partisi’nin ideolojisini hukuki bir zemin üzerinde meşrulaştırarak, Almanya’da fiilen tek adam yönetimi kurdu. Bu tek adam yönetimi de dünya tarihine bir kara leke olarak geçti.

Almanya yaşadığı bu kara dönemin ve tüm bu kötü tecrübelerden sonra bir daha güçler ayrılığı ilkesinin ortadan kalkmasına izin vermeyecek bir sistem kurdu.

Bugün Almanya, güçlü bir parlamenter demokrasi ve federal sistemle yönetilmektedir. Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve koalisyon hükümetleri ile demokratik denetim sağlanmakta, tek bir partinin veya kişinin mutlak iktidar kurması engellenmektedir. Almanya’daki seçim sistemi ve koalisyon kültürü gereği, bir parti tek başına hükümet kurmak için yeterli çoğunluğu elde edemez; bu nedenle hükümetler genellikle birden fazla partinin uzlaşması ile oluşur. Ayrıca, parlamento denetimi ve yargı bağımsızlığı, tüm gücün tek bir elde toplanmasını engelleyen önemli faktörlerdir. Bu da Almanya’nın güçlü demokrasi geleneğini ve hukuki denetim ilkesini koruyarak, geçmişteki tecrübelerden ders alınmasını sağlamaktadır.

Velhasıl kelam kıssadan hisse diyerek, herkese demokratik günler dilerim.

Dünya Haberleri