Bugün madımak hala yanıyor

Zeliha Altuntaş yazdı: Bugün madımak hala yanıyor

“Hafıza, geçmişin yükünü değil; geleceğin sorumluluğunu taşır”

Aleida Assmann

Devletler tarihsel olarak, farklı etnik, dini ve kültürel topluluklara yönelik ötekileştirici, ayrımcı ve çoğu zaman da yok edici politikaların faili olmuştur. Bu tür kitlesel şiddet biçimlerinin ardından, “suçla yüzleşme” ve “kolektif hafıza”nın inşası, yalnızca geçmişi hatırlamanın değil, aynı zamanda adaletin ve demokratikleşmenin tesisi açısından da vazgeçilmezdir. Türkiye bağlamında, özellikle Madımak Katliamı bu yüzleşmenin en sembolik örneklerinden biridir.

2 Temmuz 1993’te, Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında bir araya gelen yazar, düşünür, sanatçı ve aydınlara yönelik gerçekleştirilen saldırı sonucu Madımak Oteli’nde 33 kişi yakılarak katledildi. Bu katliam yalnızca bireylere değil; vicdana, çoğulculuğa ve birlikte yaşama iradesine yönelmiş kolektif bir yok etme girişimiydi. Devletin gözleri önünde ve kimi kurumların açık işbirliğiyle gerçekleşen bu olay, tarihin kara sayfalarına kazındı.

Ancak aradan geçen yıllara rağmen ne bu suçla yüzleşildi ne de gerçek bir adalet sağlandı. Faillerin büyük bir kısmı cezasız bırakıldı; toplumsal hafıza ise sistemli bir şekilde bastırılmaya ve silinmeye çalışıldı.

Adalet yalnızca Madımak’ta değil, Dersim’den Maraş’a; Çorum’dan Gazi’ye; Gezi’den Roboskî’ye kadar birçok travmatik mekanda da yanıyor. Her bir katliam, toplumsal belleğin içinde karanlık birer boşluk olarak duruyor. Toplumlar, ancak geçmişin karanlık sayfalarıyla açık biçimde hesaplaştıklarında ve bu travmaların maddi ve manevi izlerini tanıdıklarında onarılabilir. Bu noktada İtalyan hafıza kuramcısı Patrizia Violi’nin önerdiği “travmatik mekânlar” kavramı, Türkiye’de yıllardır ertelenen yüzleşmenin neden bu kadar elzem olduğunu kavramamıza katkı sunar. Zira Madımak, hala içimizde yanan 33 canın çığlığını taşıyan bir travma mekanıdır.

***

HAFIZA MEKANLARI, YÜZLEŞME KÜLTÜRÜ VE DEMOKRATİK GELECEK

Geçmişle yüzleşmek, yalnızca bir hatırlama pratiği değil; aynı zamanda benzer suçların önlenmesi adına hukuki, kültürel ve kurumsal bir sorumluluk biçimidir. Geçmişle hesaplaşılmadan adalet tesis edilemez; adalet olmadan ise toplumsal barış mümkün değildir. Barışın inşa edilemediği coğrafyalarda ise ortak bir gelecek de kurulamaz. Bu noktada, geçiş dönemi adaleti literatürü önem kazanır. Madımak gibi katliamlar, pogromlar; yüzleşmenin sadece geçmişi anlamak için değil, geleceği kurmak için de şart olduğunu gösterir.

Türkiye, geçmişin karanlık sayfalarıyla yüzleşmedikçe – tıpkı Almanya’nın Holokost sonrası gerçekleştirdiği gibi – ne toplumsal barışı sağlayabilir ne de gerçek bir demokrasi kurabilir. Eğer bugünlerde barış süreci ciddiyetle tartışılıyorsa, bu süreç toplumun tüm hücrelerinde geçmişin karanlık noktalarıyla yüzleşmeyi de içermelidir. Bu bağlamda, Madımak Katliamı bir hafıza mekânına dönüştürülmeli; her yıl kamusal törenlerle anılmalı; eğitim müfredatlarında açıkça yer almalı ve adalet duygusu kuşaklara aktarılmalıdır.

Violi’nin “travma mekânları” kavramı, travmatik olayların gerçekleştiği fiziksel alanların yalnızca anı barındıran değil; aynı zamanda tarihsel anlatılarla mücadele eden, sembolik ve politik düzeyde işleyen alanlar olduğunu ileri sürer. Bu mekânlar, travmanın sessiz tanıklarıdır; üzeri örtülmüş geçmişi gün yüzüne çıkarır ve unutma ile hatırlama arasında bir etik çağrıya dönüşür.

Bu bağlamda Madımak Oteli, yalnızca bir bina değil, Türkiye’nin seküler, Alevi ve ilerici kesimlerine yönelik tarihsel ötekileştirmenin, sistematik nefret politikalarının mekânsal bir yansımasıdır.

Auschwitz nasıl bir hafıza mekânı olarak korunmuşsa, Srebrenitsa’da bir anıt nasıl inşa edilerek geleceğe köprü kurulmuşsa; yüzleşilmeyen mekânlarla yaşayan toplumlarda ise, sessizce suça ortak olarak geçmişin karanlık sayfalarında kalırlar.

***

HESAPLAŞMA VE VİCDANİ ADALET

Jeffrey C. Alexander’a göre, kültürel travmalar yalnızca bireyleri değil, kolektif kimlikleri de şekillendirir. Sivas Katliamı’nın mağdurları yalnızca hayatını kaybeden aydınlar, sanatçılar ya da Alevi yurttaşlar değildir. Aynı zamanda sessiz kalan devlet, duyarsız kalan toplum ve sorumluluğu üstlenmeyen kamu otoriteleri karşısında vicdan taşıyan herkes bu travmanın etik sorumluluğunu üstlenmek zorundadır. Paul Ricoeur’ün dediği gibi: "Unutmamak bir görevdir." Zira unutulan her katliam, her kıyım, tekrar etme potansiyelini içinde taşır.

Türkiye’de Çorum, Maraş, Gazi ve Gezi gibi olayların kader gibi tekrarlanması, bu yüzleşme iradesinin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Oysa gerçek bir barış, ancak tarihle yüzleşerek ve hesaplaşarak inşa edilebilir. Aksi hâlde her dönem yeni katliamların, nefret suçlarının önü açılır. Bu bağlamda, Alevi toplumunun Madımak’ın “Utanç Müzesi”ne dönüştürülmesi yönündeki talebi sadece sembolik bir istek değil; gelecek kuşaklara karşı etik bir yükümlülüktür. Bu dönüşüm, toplumsal hafıza ile yüzleşmenin pedagojik, kamusal ve politik bir aracı hâline gelebilir.

Devletin yüzleşmeme politikası yalnızca inkâr anlamına gelmez; aynı zamanda yeni travmaların doğmasına da zemin hazırlar. Violi’nin kuramı bağlamında düşünürsek: “Yüzleşilmeyen travmalar, yeniden üretilecek travmaların habercisidir.” Yeni Sivasların, yeni Çorumların yaşanmaması için geçmişin travma mekânlarıyla hesaplaşmak ve bu alanları “utanç müzesi”ne dönüştürmek tarihsel bir zorunluluktur.

***

HAFIZA İÇİN ADALET, ADALET İÇİN HAFIZA

Madımak hâlâ yanıyor, çünkü adalet hâlâ sağlanmadı. Bu durum yalnızca fiziksel şiddetin değil, aynı zamanda tarihsel inkârın, kurumsal sessizliğin ve toplumsal duyarsızlığın sonucudur. Gerçek bir

toplumsal dönüşüm, yalnızca yasal düzenlemelerle değil; yüzleşme kültürünün inşa edilmesi, mekânsal ve kültürel hafıza alanlarının kamusallaştırılması ve bireysel vicdanların kolektif sorumluluğa dönüşmesiyle mümkündür.

Almanya örneğinde olduğu gibi, Holokost ile yüzleşmek yalnızca failleri cezalandırmakla sınırlı kalmamıştır. Hafıza politikaları; müzeler, anıtlar, ders kitapları, kamusal sanat ve anlatılar yoluyla sürekli bir hesaplaşma pratiği oluşturmuştur. Violi’ye göre bu hesaplaşma, toplumun “etik dokusunu” korur ve yeni suçların tekrarını engelleyen bir bilinç üretir. Türkiye’de ise bu etik doku defalarca parçalanmıştır. Dersim, Maraş, Çorum, Sivas… Hepsi unutulmaya, bastırılmaya, üzeri betonla kapatılmaya çalışılmış hafıza mekânlarıdır.

Bugün yapılması gereken yalnızca farklı inanç, kimlik ve etnik grupların birbirinden özür dilemesi değildir. Asıl yapılması gereken, devletin kendi karanlık geçmişiyle yüzleşmesi; bu yüzleşmeyi kurumsallaştırması ve travma mekânlarını etik hesaplaşma alanlarına dönüştürmesidir. Barışa giden yollar ancak bu şekilde örülebilir. Toplumsal barış, adaletin somut bir kimliğe bürünmesiyle mümkündür. Adaletin olmadığı yerde barış olur mu?

Sivas Katliamı, Türkiye’nin kolektif hafızasında kara bir leke olarak durmaya devam ediyor. Bu leke ancak yüzleşme ile temizlenebilir. Bu yüzleşme çağrısı, sadece Alevilere ya da mağdurlara değil; tüm yurttaşlara yöneltilmiş etik bir sorumluluktur. Çünkü adalet herkes içindir; hafıza ise hepimizin ortak yüküdür.

Madımak Katliamı, Türkiye’nin kolektif hafızasında hâlâ yanmakta olan bir adalet yangınıdır. Bu yangını söndürmenin yolu; geçmişle yüzleşmekten; mekânı dönüştürmekten ve adaletin hem simgesel hem hukuki düzeyde tesisiyle mümkündür. Toplumsal barış, ancak adaletin kolektif bir bilinç ve pratik haline gelmesiyle sağlanabilir. Madımak’ın bir hafıza mekânı olarak tanınması ve gelecek kuşaklara aktarılması, hem tarihsel hem etik bir zorunluluktur.

Gündem Haberleri