İlk emir “oku” idi. İslâm âlemi için bir başlangıç, bir uyanıştı. Ancak bu kutsal buyruğun ötesine taşmayacağım.
Zira ben şunu çok iyi biliyorum: Hz. Âdem’in yeryüzüne ayak bastığı, yahut cennetten kovulduğu an… İşte o anda, edebiyatın ilk tohumları toprağa düşmüş, sözün özü filizlenmeye başlamıştır.
Her ne kadar elimizde somut bir veri olmasa da, semavi dinlerin kaynaklarına baktığımızda, Yaratıcı’nın Hz. Âdem’e on adet suhuf gönderdiği bilgisiyle karşılaşırız.
Bu, belki de elimizdeki tek izdir. Bugün bu suhuflardan hiçbir iz kalmamış olsa da, ben inanıyorum ki; o yazıtlar, insana dair bilginin, hikmetin ve hikayenin başlangıcıydı. Eğer bu doğruysa, yazılı edebiyatın kökleri sandığımızdan çok daha kadim olmalıdır.
Ne var ki, sözlü edebiyat yazılı olanın bile öncesindedir. İlk insanlar konuşarak iletişim kurdular; yazı henüz doğmamışken, kelimeler çoktan yeryüzüne inmişti.
Hz. Âdem ve soyundan gelenler, toprağa ayak bastıkları an, konuşmaya da başlamış olmalıydılar. Şaşırdınız mı? Bence, bir parça hayret iyidir insana...
Bilim der ki: “İlk insanlar konuşamazdı, mağaralarda yaşardı, dumanla haberleşirdi...” Hayır sevgili okur, Dinozorlar çağını geride bırakıp insanlık sahneye çıktığında, atalarımızın dili vardı. Ve bu dil, buz gibi değil, bal gibi konuşuyordu.
“Sokaktan gelirim sözüm yalın, Bir çay gibi demli, dostça, yakın. Harflerim yürür gündelik zaman, Konuşur şiirim susan insanın” Şairin mısralarında yankılanan ses gibi; edebiyat, suskunluğun bile sesidir.
Tarih ise kendi sesini defalarca çürütmüştür, yine de konuşmaya devam eder. Bir örnek mi? Göbekli Tepe. Yakın geçmişte gün yüzüne çıkan bu yapı, tarihin sandığına sığmayan bir cevherdir.
Oysa Kürtçede “Gîre Miraza” denir ona – “Çare aranan tepe” Ne kadar derin, ne kadar düşündürücü… İngilizce’de “Potbelly Hill”, Fransızca’da “Collière Venture”, Almanca’da ise yine “Göbekli Tepe” Her dil kendi yüklediği anlamla konuşur, fakat Kürtçenin verdiği ad… o bambaşka bir felsefedir.
Neden mi böyle? Belki de o halk, toprağın altındaki sırra, kelimelerin üstündeki hikmete daha yakın durmuştur. Bu konu tarihçilere, filologlara, sosyologlara ve düşünebilen herkese sorulması gereken bir bilmecedir. Zihnimizi kurcalamalı, fikirlerimizi bilemeliyiz.
Bu tepe M.Ö. 9600’lerde inşa edildiğine göre… Demek ki insanlar, yazıyı ve okumayı sandığımızdan çok daha önce biliyorlardı.
Yani edebiyat, insanla birlikte doğmuş; onunla birlikte yaşamış, onunla birlikte evreni anlamlandırmaya çalışmıştır.
Ey edebiyat tutkunları, Edebiyat dediğimiz şey; öyle basit bir bilgi yığını değildir. O, insanlığın aynasıdır, evrenin hikâyesidir. Var olmuş, var olacak… Biz düşünebilen varlıklar oldukça...