Haziranda ölmek zor

Zeliha Altuntaş yazdı: Haziranda ölmek zor

"gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
"

Hasan Hüseyin

Anılarına saygıyla...

Nazım Hikmet 3 Haziran 1963

Orhan Kemal, 2 Haziran 1970

Ahmet Arif, 2 Haziran 1991

SANATIN ÜTOPYASI

Sanat, yaşamı estetik açıdan yorumlayabilmektir. İnsanın varoluşundan bu yana olan ve insanın kendisini duyguları aracılığıyla ifade etmesi ile de anlam bulandır. İnsan; zihnini, duyularını ve duygularını kullanabildiği kadar varolabilendir. Sanat anlatmak istediklerimizi, anlatamadıklarımızı, ifade edemediklerimizi, bizi biz yapan duygularımızı resimle, müzikle, heykelle ifade eden bir iletişim aracıdır. Sanatın dili yoktur, Sanatın dili duygulardır, hüzün, sevinç, acı, coşku, öfke gibi... Tüm insanların ortak olan dilidir, bu nedenledir ki evrenseldir. Sanat, yalnızca estetik bir üretim alanı değil, kolektif duyguların yeniden örgütlendiği, toplumsal hayal gücünün insan onuruna yakışan bir yaşamın tahayyülünü mümkün kıldığı bir direniş mecrasıdır. Sanat, duyguların politikleştiği mecrada "Duygu Yurttaşlığı" üzerinden bir ütopya inşa edebilir. Ernst Bloch, "ütopya önce kalpte başlar" der. Sanat, bu düş gücünün eyleme döküldüğü bir alandır. Sanatın ütopyası; yalnızca soyut bir düş değil bugünden yarına açılan bir köprüdür. Sanat, işte bu kamusal duyguların ifadesi olarak taşıyıcı, dönüştürücü gücüyle bir şiirle, bir resimle anlam bulur. Başkasına ait olan acıya bakmakla kalmaz, artık o acıyı somut hale getirir. Bir resim, bir şiir, bir anıt sanatın bir öğesi olarak duygusal bir çağrı, vicdani bir sorumluluk uyandırır. Bir Nazım fotoğrafı, Berin Elvan’a yazılan bir ağıt, Deniz Gezmiş’e yazılan bir şiir, bir Pir Sultan Abdal anıtı gibi…

SANATIN MUHALİF YAPISI VE DİRENİŞ

Sanat muhaliftir; hesap vermez, sanat ancak hesap sorar...

Sınıflı toplumlar tarihi boyunca görüldüğü üzere politika, otorite ve otorite odaklarına karşılık gelirken, sanat ise muhalif gücü ile toplumun sistem tarafından koşullandırıldığı yerlerde muhalif yönüyle çıkış yolları aramaktadır. Sosyo-ekonomik belirleme çerçevesinde sanat, popüler kültürün dayattığı kültür endüstrisi içinde meta üreticisi haline gelerek muhalif özelliğini kaybederse sanat da sanat olmaktan çıkar... Zanaat olur. Sanat, ancak muhalif yönüyle iktidarları denetleyen, toplumlara yön veren işlevselliği ile değerlidir. Sanatın işlevi, toplumları dönüştürmektir. Bugün bir Fransız Devrimi‘nin tabanını hazırlayan Fransız Edebiyatı ve Ekim Devrimi‘ne zemin hazırlayan Rus Edebiyatı gibi. Sanatın aynı zaman da evrensel bir gücü de vardır. Bir coğrafyada başlayan kıvılcım, tüm diğer coğrafyalara sıçrayıp, ateşi ile etkisi altına alabilmektedir... Fransız maden ocaklarının kara yüzünü gösteren Zola, Gazap Üzümleri‘nin yaratıcısı Steinbeck‘in tüm dünya emekçi sınıflarına uzanarak etkisi altına alması örneğinde olduğu gibi... Anadolu coğrafyasının mozaik kültür zenginliğini, Nâzım Hikmet ve Ahmet Arif’in şiirleri, Ruhi Su‘nun türküleri, Orhan Kemal’in romanları ve Yılmaz Güney’in filmleri ile bugün daha yalın analiz edebiliyorsak, tek zihniyetçi sistemin tarih yazıcılarına rağmen bu sanatın, muhalif gücünün iktidara galibiyetini gösterir.
Alman ordusunun İspanya‘nın Guernica kasabasını işgali sırasında yaşattığı acıları, zulümleri Pablo Picasso “Guernica“ tablosuna yansıtır. Hitler‘in ele geçireceğini ilan ettiği Leningrad‘da, Dimitri Şostakoviç‘in senfonisi halkın bam teline dokunup, umudu tekrar yeşerterek, müziğin dili ile yürekleri keşfedişine ve halkın tekrar uyanışına sahne olacaktır. Müzik umut olur.

Picasso’nun Guernica’sı nasıl savaşın acısını renksiz bir çığlıkla anlatıyorsa, Şostakoviç’in senfonileri nasıl halkın kalbine umutla dokunuyorsa, Anadolu’da; Nâzım Hikmet de her dizesinde ses olan özgürlük tutkusunu halkına armağan eder. Mapushane duvarlarını aşan dizeleriyle bir kurtuluş bilgesi, bir özgürlük mimarı olarak toplumsal belleğimizde yer alır.

Orhan Kemal’in romanlarında konuşan işçi, çırak, kadın, çocuk, yoksul halk imgeleri ile bu büyük ırmak, sanata dönüşür.

Ve Ahmet Arif’in

“Beşikler vermişim Nuh'a

Salıncaklar, hamaklar,

Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,

Anadoluyum ben,

Tanıyor musun?

dizelerinde kadim coğrafyamız yaşayan bir kültürel mirasa dönüşür.

Evet, sanat, susturulmak istenenlerin çığlığıdır. Ve o çığlık, bir gün heykel olur, bir gün şiir, bir gün film.

UMUT DİRENİŞTE, DİRENİŞ UMUTTA

21.yüzyılın derin ve çoklu krizler çağında sanatın muhalif damarında gizli olan bu kurucu potansiyel iktidarların baskıcı anti demokratik uygulamalarına karşı açılan özgürlük mekanları yaratır. Umudun örgütlenmesi de bu mekanları çoğaltan politik bir enerjiye dönüşür. Umut direnişe, direniş umuda dönüşür.

Distopyalar çağında sanat, bir kaçış değil, bir karşı duruş, bir direniş metodudur. Sanat, zifiri karanlığın ortasında umutla beyazı düşleyerek başkaldırmaktır. Adorno’nun “Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz” sözüne karşılık yine de şiirle direnmek gerekir demek, sanatın estetik kaygıdan ziyade kamusal etik bir sorumluluk barındırdığını ifade eder.

Direniş kültürü meydanlarda sokaklarda yaşatıldığı gibi aynı zamanda bellekte, dilde, bu belleğin hem taşıyıcısı hem kurucusu olarak sanatla kurulur. Her bir dizesinde bir isyan, her metaforunda bir çağrı, her imgedeki kırılganlıkta bir cesaret bir meydan okuyuş barındırır iktidarlara karşı.

Walter Benjamin’in ifade ettiği gibi "sanat, tarihin resmi anlatısına karşı ezilenlerin sessizliğini bozan bir yankıdır. "

İşte bu yüzden “haziranda ölmek zordur”!

Gündem Haberleri