"Çocukluk, modern toplumların icat ettiği bir ayrıcalıktır, bu ayrıcalık sadece bazı sınıflara tanınır."
— Philippe Ariès
Masumiyetin Çıplak Ayakları: Heidi
Heidi… Çocukluğumuzun unutulmaz karakterlerinden biri değil midir? Bizi televizyon ekranlarından alıp, Alp Dağları’nın eteklerine, dedesiyle yaşayan küçük kızın o masum dünyasına götüren… Dağlara koşarak tırmanan, keçilere sevgiyle sarılan, çıplak ayakla çimenlerin üstünde neşeyle dans eden; masumiyetin, doğallığın ve mutluluğun sembolü olarak bizden biri değil midir? Çıplak ayaklarıyla masumiyeti ve özgürlüğü ilk etapta çağrıştırsa da, acaba vermek istediği mesajı yeterince algılayabildik mi, üzerine derince düşünebildik mi?
O çıplak ayaklar gerçekten sadece “masumiyet” mi anlatıyordu bizlere?
Dünya çocuk edebiyatının klasiklerinden biri sayılan Johanna Spyri’nin 1881 yılında yazdığı Heidi kitabının satır aralarında –özellikle İsviçre’nin o dönemdeki ekonomik ve toplumsal yapısına baktığımızda– göz ardı edilen acı bir gerçek saklıdır: çocuk emeği…
Heidi bir “çocuk” mu, yoksa küçük bir yetişkin; yani tarihin görünmez kıldığı çocuk işçilerden biri midir?
***
Çocukluk, Emek ve Yoksulluğun Temsili
Heidi karakteri, İsviçre Alpleri'nde dedesiyle yaşayan yoksul bir kız çocuğunun hikâyesidir. Ayağının çıplak oluşu, doğaya yakınlığı ve saflıkla ilişkilendirilse de, bu çıplaklık maddi yoksunluğun doğrudan bir işareti; ait olduğu alt sınıfın sessiz bir göstergesi olarak karşımıza çıkar. Heidi’nin çıplak ayaklılığı yalnızca pastoral bir estetik unsur değil; yoksulluğun ve çocuk emeğinin ideolojik maskelenmiş biçimidir. Heidi’nin kırsal dünyası, endüstri öncesi çocukların iş gücü olarak görülmesiyle örtüşmektedir. Çocuklar çoğunlukla ev içi üretimde, tarım işlerinde ya da çobanlık gibi görevlerde ücretsiz ya da düşük ücretli iş gücü olarak çalıştırılarak sömürülmüştür. Heidi’nin, Peter adlı keçi çobanı arkadaşıyla kurduğu ilişki, bu kırsal çocuk emeğinin gündelikleşmiş formunu sunmaktadır. İsviçre'nin kalkınmacı ekonomik yapısında, kırsal çocuk emeğinin sömürüsünü açıkça görmek mümkündür.
***
Gülümseyen Çocuklar, Görünmeyen Emekler
Ariès, çocukluğun tarihsel olarak toplumsal bir inşa olduğunu ve özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra çocukların giderek üretim ilişkilerine entegre edildiğini ifade etmektedir. Bu bağlamda Heidi gibi klasikleşmiş çocuk kitaplarında masumiyetle özdeşleştirilen çıplak ayak yalnızca doğayla temasın metaforu değil; aynı zamanda mülksüzlük ve emek sömürü biçimlerinin sembolüdür.
Heidi’nin kırlarda çıplak ayakla dolaşması, doğaya dönük bir özgürlükten çok sistematik bir yoksulluğun üzeri örtülmüş halidir. Ariès’in de vurguladığı gibi çocukluk, doğuştan gelen değil, toplumsal olarak inşa edilen bir evredir. Ve bu inşa süreci, çocukların emeğini görünmez kılarak gerçekleşir. Çocukluk da bu bağlamda sınıfsaldır; zira herkes çocukluğunu yaşayamaz, çocuk kalmadan küçük bir yetişkin olarak büyümek zorunda bırakılır.
Nitekim Heidi’nin gönderildiği Frankfurt’ta, zengin ailelerin yanında “arkadaş” olması beklenir. Gerçekte ise bu “arkadaşlık”, bir tür duygusal hizmettir. Hasta Clara’ya her daim yanında kalarak moral vermesi, yaşlı büyükanneye eşlik ederek sevinç kaynağı olması kendisinden beklenir. Bu, tam da Ariès’in çocukluğun kurumsallaşmasıyla birlikte ortaya çıkan duygusal disiplin alanına işaret etmektedir: Çocuklar artık fabrikada, tarlada değilse de, aile içinde duygusal üretim yaparak sömürülmektedir.
***
Sanayi Kapitalizminin Gölgesinde Çıplak Ayaklar
19. yüzyıl İsviçre’sinde sanayileşme süreci kırsal alanlardan göçleri hızlandırmış, ancak bu göçler eşzamanlı olarak kırsal emeğin değerini artırmıştır. Özellikle tekstil ve saatçilik sektörlerinde çocuk emeği yoğun biçimde kullanılmıştır. 1877 tarihli İsviçre Fabrika Yasası ile çocukların çalışma saatleri sınırlanmaya çalışılsa da, kırsal alanda ev içi üretim ve çobanlık gibi faaliyetler yasal düzenlemelerin dışında kalmıştır.
Fabrikalar dışında, evdeki üretim zincirlerinin bir parçası olarak çocuklar hem çobanlık yapmaktadır, hem de ağır işlerde ucuz iş gücü olarak kullanılmaktadır.
Heidi gibi karakterler üzerinden yansıtılan masumiyet anlatısı, neoliberal çağda dahi çocuk emeğini görünmez kılmaya devam etmektedir. UNICEF verilerine göre 2024 yılında dünya genelinde 138 milyon çocuk çalıştırılmaktadır. Bu çocukların önemli bir bölümü kayıt dışı sektörlerde ya da ev içi hizmetlerde görünmez biçimde yer almaktadır.
***
Marx ve Emek-Değer Kuramı Üzerinden Heidi’nin Emeği
Marx, emeği metaların değerini yaratan temel unsur olarak betimler. Çocuk emeği ise bu bağlamda sermaye birikiminin görünmeyen bir uzantısı olarak tanımlanabilir. Heidi karakteri, keçi gütme, hasta bir çocuğa bakıcılık yapma, yemek taşıma gibi görevleri gönüllü ve sevecen bir biçimde yerine getirirken, bu gönüllülük, kapitalist toplumun çocuklardan beklediği duygusal emeğin ideolojik temsilidir.
Heidi’ye hiçbir karşılık verilmeksizin toplumsal işlevler yüklenmesi, Marx’ın “karşılıksız artı-değer sömürüsü” kavramıyla birebir örtüşmektedir.
Heidi’nin Frankfurt’ta Clara’ya bakıcılık yapmasıyla aslında çocuk emeğinin duygusal ve bakım emeği boyutu görünür kılınmaktadır. Ancak bu görünürlük estetikleştirilerek, sömürü ilişkisi "sevgi" kılığında sunulmaktadır.
***
Yoksulluğun Ayak İzi
Heidi’nin doğayla iç içe yaşamı aslında sistemin dışına itilmiş bir yoksulluğun da estetize edilmiş halidir.Heidi ayakkabısızdır, çünkü ailesi yoktur, maddi imkânları yoktur, korunmaya muhtaçtır, zira henüz bir çocuktur… Ama bu çıplaklık bize “özgürlük ve masumluk” gibi gösterilmektedir. Ne büyük bir yanılsama değil midir?
Heidi’nin çıplak ayakları sadece bir çocuğun doğaya duyduğu sevginin sembolü değil; aynı zamanda tarihsel bir dönemde çocukların sahip olmadığı hakların ve kaynakların ifadesidir. Çocukluğu yalnızca bir masumiyet çağı olarak değil; toplumsal eşitsizliklerin ve sömürü biçimlerinin başladığı dönem olarak okumak elzemdir.
***
Bugünün Heidi’leri
12 Haziran, Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günüydü geçtiğimiz günlerde…
Türkiye’de son on iki buçuk yılda en az 770 çocuk işçinin iş başında hayatını kaybettiği ifade edilirken, bu rakam işçi sağlığı ve güvenliği alanında alınan önlemlerin yetersizliğini ve çocuk emeğinin ciddi bir sömürü alanı olduğunu ortaya koymaktadır. 2017-2023 yılları arasında uygulanan “Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Ulusal Programı” ve 2018’in “Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Yılı” ilan edilmesine rağmen, TÜİK verilerine göre her dört çocuktan biri eğitim hayatını terk ederek çalışmak zorunda kalmakta; çalışan çocuk sayısı 720 bin civarında seyretmektedir.
Çıraklık Eğitim Merkezleri (MESEM) ise, eğitim ve çalışma arasındaki sınırın bulanıklaştığı; çocukların ağır çalışma koşullarına maruz kaldığı, iş kazalarının sıkça yaşandığı alanlardır. Bu durum, çocuk emeğinin ne denli sistematik ve derin bir sorun olduğunu göstermektedir.
Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında, Afrika, Güney Asya, Latin Amerika, Orta Doğu’da tarımdan madenciliğe, tekstil sektöründen turizme kadar birçok alanda çocuk emeği sömürüsü yapılmaktadır. ILO ve UNICEF tarafından yayımlanan yeni tahminlere göre, 2024 yılında yaklaşık olarak 138 milyon çocuk işçi bulunmaktadır. Bu verilere göre, 5-11 yaş grubundaki çocuklar, tüm çocuk işçiler içinde %48’lik bir oranı oluşturmaktadır.
Milyonlarca çocuk hâlâ tarlalarda, atölyelerde, sokaklarda çalıştırılmaktadır. Kimisi ayakkabısız, kimisi kalemsiz, kimisi de sesi çıkamayacak kadar çaresiz…
Heidi’nin yalınayak çocukluğu, çocuk emeğinin tarihsel ve güncel durumunu anlamak için metaforik bir anahtardır.
Çocuk emeğinin önlenmesi için kapsamlı ve etkin politikaların geliştirilmesi, denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve çocukların eğitim hakkının kesintisiz güvence altına alınması şarttır.
Fakat çocuk emeğiyle mücadele yalnızca yasal önlemlerle değil; çocukluğun toplumsal olarak nasıl inşa edildiğini ve bu inşanın hangi ekonomik çıkarları meşrulaştırdığını sorgulamakla mümkündür.