Dedeman’da bir gün

Dedeman’da bir gün

İlk davetimi gazeteciliğe başladığımın ikinci ayında almak doğrusu beni mutlu etti, bunu saklayamayacağım. Ekopolitik Düşünce Merkezi’nden mesaj kutuma gelen nazik bir davet, Haber240 yazarlarının davet edildiğini, dolayısıyla beni de aralarında görmek istediklerini söylüyordu. Şimdi buraya eklemek istemediğim birkaç cümle, davetiyeye sanırım bana özel olarak konmuştu.

Toplantının Dedeman’da olacağını öğrendiğimde sevinmedim desem yalan olur, zira şöyle yirmi dakikalık tempolu bir yürüyüşle otele ulaşabilirdim. Ama sabahki yağmuru görünce, sucuğa dönmüş bir vaziyette gitmiş olmamak için, taksiye binmeyi tercih ettim.

Bir hastalık olmasaydı, gazetemizin genel yayın müdiresi sevgili dostum Bengü Şap Babaeker’le birlikte katılacaktık -buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi paylaşmak istiyorum. Dolayısıyla, ben toplantıya yalnız geldim.
Hayli kalabalıktı ama ben bu kadar nitelikli kalabalığı hiç bir arada görmemiştim.

Kafamı çeviriyorum Taha Akyol’u görüyorum, öteki yanda Mithat Sancar, köşede Mehmet Altan, arkamda Bekir Ağırdır yanında Murat Sabuncu, Yıldıray Oğur’u Oral Çalışlar’la fiskos yaparken görürken şak diye kadraja TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı giriyor, bence hâlâ Anayasa Raportörü olan Osman Can hiç yaşlanmamış, Nagehan Alçı’yla ilk kez karşılaştık, köşe komşum Yavuz Değirmenci’yi de gözüm seçti. Program listesinde Mandla Mandela yer alıyordu ama o yoktu, onun yerine Bosna-Hersek eski Başmüftüsü Mustafa Ceric diye biri uzaktan bağlandı. Ve, tabii yedi-sekiz saatlik yorgunluğun üzerine müthiş bir konuşma yapan Bülent Arınç. Ona ayrı bir paragraf açmak lazım.

Ben toplantıya geldim ama konuklarla benim aramda ters bir orantı var; ben pek çok kişiyi simaen tanıyorum ama onlar benim varlığımdan habersizler. Mesela, dikkat ettim, benden birkaç dakika sonra gelen Ali Bulaç ya da Mümtaz’er Türköne âlâ-yı vâlâ ile içeri buyur edilirken girişteki hostes kız benden adımı yazmamı rica etti. Gazeteciyim, dediysem de bana inanmaz gözlerle baktı. Neyse, uzatmadım, yazdım tabii.

Ev sahibi Tarık Çelenk, aynı zamanda ilk panelin konuşmacılarından biriydi. Hazırlanan kitapçıkta yazan bilgiye göre, Ekopolitik Düşünce Merkezi’nde Genel Koordinatörlük görevini Tarık Çelenk, Yönetim Kurulu Başkanlığını ise Ramazan Arıtürk üstleniyormuş. Avukat Ramazan Bey’in adını daha önce hiç duymamıştım. Burada dinledim. Hem konferansın açılış konuşmasını yaptı hem de son panelde İngiltere ve Fransa mukayesesi üzerinden Türkiye’nin anayasa arayışını anlattı. Özellikle ikinci konuşması hiç fena değildi. Ben tabii hukukçu olmadığım için Arıtürk’ün aktardıklarını sınayacak bilgiye sahip değilim ama konusuna hakim bir insan olduğu kanaatini uyandırdı bende.

Ekopolitik adına beni davet eden Bilgehan Uçak’la da burada tanıştık -bu Bilgehan Bey tanınmayacak gibi değil, adamın başı herkesin omuz hizasından yükseliyor. Sağolsun, beni ev sahibi Tarık Çelenk’le tanıştırmak istedi. Ama Tarık Bey ya başı çok yoğun olduğundan ya paneldeki konuşmasına hazırlanmak istediğinden yahut da beni yeterince şöhretli bulmadığından pek konuşmak istemedi gibi geldi bana, hoşgeldiniz deyip geçiştirdi. Oysa, ben kendisini Fatih Altaylı’nın programında izledikten sonra kitabını edinip okumuştum. Tarık Bey ile kitabına dair birkaç şey konuşmak istiyordum. Kısmet olmadı. Bu yoğunlukta anlaşılabilir bir durum. Kendisini daha sonraki kahve aralarında tanınmış bazı isimlerle yan yana gördüm ama gidip de bir şey demedim.

İlk panelde oturum başkanlığı görevini üstlenen Mithat Sancar’ın çözüm süreçlerinin önemine değinirken söylediği bir sözü not ettim. Dedi ki, eğer bir süreç başarıya ulaşmazsa döndüğümüzde bulacağımız yer başladığımıza göre daha geride olabilir. Bir an düşündüm, gözümün önüne ilk Çözüm Süreci’nden sonra göreve başlayan İçişleri Bakanı geldi, hafazanallah, bu ihtimali ve görüntüyü zihnimden derhal defetmeye çalıştım. Taha Akyol ise “merkez siyasetin” önemine vurgu yaptı. Aşırı ve marjinal gördüğü Marksizm ile Faşizm’in yerine Sosyal-Demokrasi ile Merkez Sağ siyasetin güçlü olmasının toplumlar için ne kadar hayati olduğunu söyledi. Bekir Ağırdır’ın karamsarlığı günün gerikalanına dair bende ciddi endişeler uyandırsa da Bülent Arınç’ın kapanış konuşması içinde çok sayıda manşet barındırıyordu. Zaten ertesi gün bilgisayarı açınca o konuşmanın her yerde haberleştirildiğini gördüm.

Ben bankacılık emeklisi olduğum için, belki de mesleki deformasyon, panelistler arasında bir iktisatçı görmeyi beklerdim. Ama konferansın genel çerçevesi hukuk olduğu için kabul edilebilir.
Velhasıl, Ekopolitik Düşünce Merkezi, çok farklı görüşlerden gelen nitelikli bir davetli listesi oluşturmuş. Bir panelin sonunda, moderatör hanım, konuşmacılarla katılımcılar arasında bir fark olmadığını, katılımcıların da konuşmacılar gibi değerlendirme yapmalarını istediğini söyledi. Özellikle MÜSİAD Genel Başkanı’nın hiç beğenmediğim konuşmasının ardından içim bir gittiyse de “söz gümüşse, sükût altındır,” şiarınca elimi kaldırıp söz almadım, dinleyici olarak geldiğim konferansı iyice bir dinledikten sonra ayrıldım.

Siyaset Haberleri