Mümtaz’er Türköne’yi yıllardır okurum.
Fikirlerinin bazılarına hiç katılmam, çeşitli konularda taban tabana ters düşündüğümüz de vakidir ama Türköne’nin Türkiye’nin düşünsel hayatında önemli bir yeri olduğuna inanıyorum.
15 Temmuz yargılamalarının en büyük fiyaskolarından biri Altanlar, Şahin Alpay, Ahmet Turan Alkan ve tabii Mümtaz’er Türköne gibi darbecilikle adı yan yana gelemeyecek insanları terör örgütü üyesi olmakla itham etmesiydi bence.
Türköne’nin Silivri’den çıktıktan sonra yazdığı ama dört sene boyunca kitabı basacak bir yayıncı bulamadığı için masasında bekleyen Silivri Postası kitabını da çıktığı gün alıp okudum.
Kendisine yaşatılan bütün bu hukuk vahşetine rağmen sinmeyip kamusal bir entelektüel olarak sözünü söylemekten asla vazgeçmemesinin, bu büyük meydan okuyuşun son derece değerli bir tavır olduğunu düşünüyorum.
Bahçeli’nin akılları karıştıran açıklamasından sonra pek çok kişi arka planda nelerin döndüğünü anlayamayınca “bir bilen” olarak Türköne‘ye başvurdu, ne de olsa ülkücü hareketin içinden gelen, ülkücü hareketin en üst düzeyinde görev yapan kişileri yakından tanıyan Mümtaz’er Türköne, Bahçeli’nin sözlerini en doğru yorumlayacak insanların başında geliyordu.
Türköne, beklenmedik bu çıkışı devlet aklı ve hikmet-i hükümet kavramları çerçevesinde değerlendiriyordu.
Bu konuda yazdığı bütün yazıları ve katıldığı programları izledim; devlet ile hükümet arasında bir kriz olduğuna dair analizini de epey önemsedim.
Türköne’nin Bahçeli ile yakın olduğu bilinen bir şey, akademideki gençlik günlerine dayanıyor, tahliye edilmesine giden süreçte Bahçeli adını vererek bizzat bir çağrıda bulunmuştu.
Gelgelelim, Öcalan’ın Meclis’e gelip PKK’yı lağvettiğini söyletecek “devlet aklının” başka konularda neden asla devreye girmediğini ve bunun sorgulanmadığını ben anlamakta hayli zorlanıyorum.
ÜLKE TEHDİT ALTINDAYSA...
Ülke sürekli tehdit altındaysa ve devlet aklının saklandığı yerden ansızın çıkıp devreye girmesindeki amaç birliği muhafaza etmekse, makam odasında ağırlananları nereye koyacağız?
En namlılarıyla boy boy fotoğraf çektirip meşrulaştırmak neyin nesidir?
İnfaz yasası kimlerin hapisten çıkması için değiştirildi?
Farkında mısınız bilmiyorum ama herkesin gözü önünde güpegündüz öldürülen Sinan Ateş cinayetini konuşan neredeyse kalmadı.
Unutuldu.
Ayşe Ateş’in açıklamalarını, dosyaya girmeyen ifadesini konuşan yok.
Bir cinayet işlendiğinde devlet faili bulana kadar yere yatar.
Ne zaman cinayeti aydınlatır ve suçu olan herkesi yargının önüne çıkarır, ancak o zaman ayağa kalkar.
Hrant’ın cinayetini Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybedenler, aynı mahareti şimdi de Sinan Ateş için gösteriyorlar.
Devreye girmesinden büyük memnuniyet duyulan devlet aklı nedense bu konular gündeme gelince derhal gerisin geri gidiyor.
Türköne, Bahçeli’nin Salı günkü Grup Konuşması üzerine bir değerlendirme yazısı yazdı.
DEVLET-HÜKÜMET DÜELLOSU
Bahçeli’nin konuşmasını Devlet ile Hükümet arasındaki düello açısından ele alıyor.
Yazının başlığa da çekilen son cümlesi epey çarpıcı: “Bahçeli, Erdoğan’ın bileğini masaya yapıştırmak üzere.”
Bir huzursuzluk olduğu kesin ama bu güç mücadelesinde biri diğerinin bileğini masaya yapıştıramaz bence.
Cumhur İttifakı içinde ne kadar huzursuzluk olursa olsun arada bir “dehşet dengesi” var çünkü.
Hükümet isterse Sinan Ateş cinayeti şak diye çözülür, zira her şey apaçık ortada.
O işin sonunun nereye gideceği, kimlerin siyasi hayatının sona ereceği belli.
Bahçeli de bir gün elinde dosya tutuyor, bir başka gün 17.25’te duran saatini kadraja sokuyor, sürekli mesajlar veriyor.
“Haydi erken seçime!” diyebileceği hep gündemde tutuluyor.
Ama aradaki “dehşet dengesi” kimsenin elini açmasına imkân vermiyor çünkü eğer biri radikal bir adım atarak dengeyi bozmaya kalkarsa, atom bombaları karşılıklı patlayacaktır.
UZLAŞMANIN MALİYETİ DÜŞÜK
Buna cesaret etmek bence hiç kolay değil, uzlaşmanın maliyeti çok daha düşük.
Yakın dönemde bu birlikteliğin bozulabileceği kanaatinde değilim hiç.
Bahçeli’nin konuşmasını dinlerken Türköne’nin aklına Ziya Paşa gelmiş.
Benimse kaç zamandır hep Necip Fazıl geliyor.
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”.