SORU: Suriye'de Esad'ın devrilmesi, hala bir terör örgütü olan HTŞ komutanı Colani'nin Emevi Camii'nde namaz kılması Türkiye'de geniş bir kesim tarafından büyük heyecanla ve sevinçle karşılandı. Bu "heyecanın" temelinde ne olabilir? İsrail de Esad'ın devrilmesinden memnun. Görüntüde birbirine düşman bu iki cepheyi aynı noktada buluşturan şey nedir?
"HTŞ TÜRKİYE İSLAMCILIĞININ DOĞAL MÜTTEFİKİ"
Bu “heyecan”ın gerisinde birden fazla faktör var. Birincisi Türkiye İslamcılığı ilk ortaya çıktığı günden beri cihatçılığa büyük sempati duydu, cihatçı örgütlerle belirli bağlantı ve ilişkiler geliştirdi. Dolayısıyla HTŞ ve diğer grupları Türkiye İslamcılığının doğal müttefikleri olarak görebiliriz.
Hatta biraz daha ileri giderek cihatçılığı Türkiye İslamcılığının “alter ego”su, yani bürünmek istediği ama Türkiye’nin yapısal koşulları nedeniyle bürünemediği karakteri olarak nitelendirebiliriz.
İkincisi, Türkiye İslamcılığının köklerinde çok net bir şekilde mezhepçilik ve Şia düşmanlığı bulunuyor. Suriye’yi de en başından beri böyle okudular ve bir “Nusayri/Alevi devleti” olarak gördüler. Suriye’nin düşmesine hem bir “Alevi devleti düştü” diye hem de başını İran’ın çektiği “Direniş Ekseni”nin ve Şiiliğin bölgedeki etkisinin azalacağı için seviniyorlar.
"EMPERYAL HEVESLERİ NEDENİYLE SEVİNİYORLAR"
Üçüncü ve belki de en önemli faktör ise Türkiye İslamcılığının AKP’yle ete kemiğe bürünen emperyal hayalleri ve yeni-Osmanlıcı dış politika anlayışı elbette. AKP, Arap Baharı sonrası ABD’nin bölgedeki taşeronluğunu İhvan rejimlerinin hamiliği üzerinden üstlenmek istedi, buradaki esas hedef ülke de komşu ülke Suriye oldu. Suriye’de rejim değişikliği adına CIA ile ortak projeler geliştirildi, eğit-donat programlarıyla cihatçı güçler palazlandırıldı, sürgünde hükümetler ve Özgür Suriye Ordusu gibi alternatif askeri yapılar oluşturuldu.
Sonrasında ABD Suriye’de rejim değişikliği hedefini öncelikleri arasından çıkarttıysa da iktidar bu hedef doğrultusunda çalışmaya devam etti ve İdlib bölgesini himayesinde altında tutarak bir cihat devletçiği kurulmasının önünü açtı. Bugün gelinen noktada HTŞ’nin Suriye’nin kontrolünü ele geçirmesinde AKP Türkiye’sinin büyük rolü var ve işte şimdi Esad’ın düşmesiyle emperyal heveslerinin, yeni-Osmanlıcı dış politikanın başarıya ve zafere ulaştığını düşünerek seviniyorlar.
"ŞAM'IN DÜŞMESİNDEN EN KARLI ÇIKAN ÜLKE İSRAİL"
İşin ironik yanı ise elbette ki Esad’ın düşmesinde baş rolü oynayanların aynı zamanda kendilerini Filistin davasının destekçileri olarak sunmaları. İronik, çünkü İsrail Esad’ın düşmesiyle birlikte Golan’da rahatladı ve işgal ettiği toprakları genişletti, İran’a biraz daha yaklaşmış oldu, Hizbullah’a ve Hamas’a silah taşıyan ikmal yollarını kesti ve Hizbullah’ı da Lübnan’da köşeye sıkıştırdı. Hizbullah’ın ve İran’ın pasifize edildiği bir denklemde Gazze’deki yıkım daha da şiddetlenecek, Batı Şeria’nın da ilhakı gündeme gelebilecektir.
Dolayısıyla Şam’ın düşmesinden en kârlı çıkan ülke İsrail, en zararlı çıkan ülke ise Suriye’den sonra Filistin oldu. Bu saatten sonra kimse Filistin’de adil bir çözüm beklemesin; hatta tam tersine İsrail, tarihinde ilk kez Filistin defterini kapatma gibi bir fırsat bulmuş oldu. Türkiye İslamcılığı ise bunu umursamıyor; çünkü her şeyden ABD ve NATO üzerinden İsrail’le aynı kampta yer alıyor hem de Filistin meselesini sadece bir araç olarak görüyor, bu meseleyi büyük ölçüde iç politikayı ve kendi tabanını tahkim etmek için kullanıyor. Bu nedenle de Esad’ın düşmesinin iki kazananı, sözde birbirine düşman iki kazananı var: Netenyahu ve Erdoğan.
Suriye'de 12 gün içinde Şam'ı alıp 54 yıllık Esad rejimini yıkan cihatçıların "demokrasi" ve "eşitlik" vaadi daha önce benzer vaatlerin verildiği Libya, Irak örneklerini getirdi akıllara. Ortadoğu'nun yakın tarihinde yaşananlar hala hafızalarda. Suriye'nin geleceğine ilişkin ne beklemeliyiz?
"İSLAMCILIK VE CİHATÇILAR BÖLGEDE APARAT"
Tarihsel olarak bakıldığında cihatçılık ve ideolojisi tıpkı içerisinde yer aldığı İslamcılık gibi bir Soğuk Savaş ideolojisi olarak ortaya çıktı ve her zaman da emperyalizmin güdümünde oldu. Soğuk Savaş yıllarında İslamcılık Ortadoğu’nun seküler ve antiemperyalist rejimlerine karşı desteklendi, büyütüldü.
Bugün Soğuk Savaş yok ama hala bölgenin şekillendirilmesinde İslamcılık ve cihatçılar bir aparat olarak kullanılmaya devam ediyor. Daha beş altı yıl öncesine kadar ABD’nin başına ödül koyduğu HTŞ lideri Colani bugün bizzat Batı tarafından pohpohlanıyor, CNN’e çıkartılıyor ve HTŞ de “cici çocuklar” haline getiriliyor.
"DEMOKRASİ İDDİASI TÜMÜYLE PALAVRA"
“Ilımlı İslam”dan sonra yeni icat edilen kavram: “Ilımlı cihatçılık.” Zaten Colani de emperyalizm için işlevsel olabilmesinin yolunun cihatçıların imajını değiştirmek olduğunu fark etmiş ki hem kendi dış görünümünü hem de söylemini ciddi ölçüde değiştirmiş durumda. HTŞ elbette ki Batı’nın desteğini alabilmek adına IŞİD gibi hareket etmeyecektir; ancak Suriye’de demokratik bir rejimin kuruluşuna öncülük edeceği iddiası bütünüyle bir palavradan ibarettir.
Ayrıca serbest seçimler, demokratik rekabet, parlamenter sistem vs. henüz ufukta görünmemektedir. Suriye halkının özellikle seküler kesimleri ve Arap Alevileri ise muhtemelen yeni rejim tarafından ciddi baskı altına alınacaklar, siyasal alandan ve sistemden de dışlanacaklardır. Fırat’ın batısındaki fiili cihatçı devletine doğusunda fiili bir YPG devletinin eşlik edeceğini düşündüğümüzde bu iki aktör arasındaki ilişkiler de şüphesiz gerilimli olacaktır ve ABD/İsrail ikilisi kendilerine bağlı bu iki yapı arasında bir tür denge tesis etmeye çalışacaktır.
Ancak her ne olursa olsun, altyapısı ve ekonomisi çökmüş, fiilen bölünmüş, cihatçıların kontrol ettiği bir Suriye’nin yakın zamanda belli bir istikrara kavuşması neredeyse imkansız görünmektedir.
"AKP-MHP'DE İDEOLOJİK AİDİYET TAZELENDİ"
SORU: Erdoğan ve Cumhur ittifakı açısından Suriye'deki yeni dönem bir fırsat olarak görülüyor belli ki. Bahçeli'nin Öcalan çağrısı hatırlatılıyor ya da Erdoğan'ın yaptığı çağrıya Esad'ın "küstah" yanıtının bugünleri hazırladığı yorumları yapılıyor. Suriye'deki yeni dönem Türkiye'yi ve iktidar bloğunu nasıl etkiler?
Bahçeli’nin Halep kalesine asılan bayraktan memnuniyetini izledik, gördük. Osmanlı heveslisi milliyetçi kesimler de benzer bir coşku yaşadılar süreçte ve MHP tabanının “bilge lider”e sadakati bir kez daha perçinlenmiş oldu.
Aynı durum Erdoğan için de geçerli elbette; AKP’liler Erdoğan’ı “Suriye fatihi” ve Esad’ı deviren kişi olarak görüyorlar. Dolayısıyla Şam’ın düşmesi her iki partinin ideolojik aidiyetlerini ve partililerin sadakatlerini tazelemiş oldu. Daha geniş düzlemde ise iktidar bloğu Suriye’de kazandığı “zafer”le birlikte 31 Mart seçimleriyle birlikte görünür hale gelen hegemonya krizinden çıkmak için önemli bir fırsat buldu.
"İKTİDAR OYUN KURMA YETENEĞİNE TEKRAR KAVUŞTU"
Önce “anormalleşme” adı altında bu sonuçlar heba edilmiş, ardından da 1 Ekim’de Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşmasıyla birlikte yeni bir oyun sahneye konulmuş ve Öcalan Meclis kürsüsüne davet edilmişti. Tüm bunlar iktidarın çoklu kriz konjonktürünü daha kolay yönetmesini beraberinde getirdi ve özellikle korkulan şey, yani ekonomik krize karşı toplumsal muhalefet dinamiklerinin harekete geçmesi de gerçekleşmedi. Dolayısıyla seçimin üzerinden geçen yedi sekiz ayın ardından iktidar tekrar oyun kurma ve gündem belirleme yeteneğine kavuşmuş oldu.
İktidar şimdi bir yandan fetihçi, Osmanlıcı, emperyal fantezileri daha da köpürtecek, öte yandan Erdoğan ve Bahçeli isimleri daha da kültleştirilecek ve bu ikilinin Türkiye’yi yönetmeye devam etmesi gerekliliği bir milli mesele olarak toplumun önüne konulacaktır. Zaten Erdoğan da kendisinden Putin’le birlikte iktidarda en çok kalan lider şeklinde söz etmektedir, Bahçeli de yapacağı ilk konuşmada son aylarda söylediklerinin boşa söylenmediği argümanını kullanacak ve Cumhur İttifakı ile yola devam edilmesi gerekliliğini daha güçlü bir şekilde vurgulayacaktır.
"İÇ CEPHEYİ GÜÇLENDİRME ARGÜMANININ ALTI DOLDURULUYOR"
Tüm bunlar aynı zamanda “iç cepheyi güçlendirme” argümanının da altını dolduracak ve “milli birlik beraberlik” söylemi bir kez daha çoklu kriz konjonktürünün üzerine örtülmek istenecektir. Son olarak Öcalan’ın konuşturulması, PKK’ya silah bırakma çağrısı yapılması, SMO üzerinden Suriye’nin kuzeyindeki yapılanmanın daha da sıkıştırılması ama öte yandan buranın hamiliğini üstlenme iddiası da “Kürt sorunu” başlığı altında Türkiye’nin gündeminde tutulacak, buna yeni anayasa tartışmaları ve Erdoğan’ın bir kez daha aday olmasına olanak veren bir düzenlemenin yapılması arayışı eklenecektir.
Dolayısıyla yaşanan süreç kısa vadede Erdoğan’ın ve iktidarın elini güçlendirmiştir; ancak daha uzun vadede Türkiye’nin Ortadoğu’ya iyice gömülmesi ve çevresindeki istikrarsızlığın kendisine sıçrama ihtimali de giderek artmıştır.