Türkiye’de ortalama bir insana hissettiği en temel duygu nedir diye sorulsa, akla gelen ilk cevap muhtemelen "yorgunluk" olur. Toplumsal hafızada birikmiş travmalar, bitmek bilmeyen hayat mücadelesi altında giderek yorulduk.
Artık, yaşamaktan çok hayatta kalmaya çalışan bir kitleye dönüştük. Hal-i pür melalimiz ortada. Çırpındıkça daha derine çekildiğimiz, bataklıkta umut arayan bir Türkiye. Ufka baktığımızda, sislerin arasından kısa bir an beliren güneşin yeniden kaybolduğunu, gökyüzünün keskin kara bulutlarla kaplandığını görüyoruz.
TOPAL ÖRDEK: CUMHUR İTTİFAKI
31 Mart yerel seçimi sonrası muhalefet için bir güneş doğmuştu. 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası çöken kara kıştan sonra yeniden baharın müjdecisi gibi umutlu günler başlıyordu. Erdoğan tarihin en büyük seçim hezimetini yaşamıştı. Uzun bir süre "topal ördek" pozisyonuna düşen Cumhur İttifakı'nın sendelemeye başladığını, yeni çıkış yolları aradığını izledik.
Gündemde önce CHP ile “normalleşme” vardı; ardından Yeni Anayasa tartışmaları geldi. Doğrusunu söylemek gerekirse Yeni Anayasa ne parlamentoda ne de kamuoyunda pek ilgi çekmedi. Bazı tartışmalar yaşanmış olsa da pek etkili bir gündem saptırma aracına dönüşemedi. Normalleşme süreci ise iktidar açısından ağır seçim yenilgisini hazmetmek için zaman kazandırdı belki. Ancak etkisi çok uzun sürmedi. Acı reçete karşısında inleyen halk için hayat devam etmekteydi.
NORMALLEŞME
Genel Başkan Özgür Özel, parti içinden ve kamuoyundan gelen eleştirilerin merkezinde olsa da CHP’nin normalleşme sürecinden iddia edildiği ölçüde zarar gördüğü söylenemez. Aksine, bundan sonra atacağı sert muhalefet adımları için sağlam bir zemin hazırlandı. Önemli olan rotanın doğru çizilmesi ve CHP bünyesindeki siyasi kadroların birlik ve ahenk içinde yürümesidir.
Gelelim Tek Adam rejiminin iki silahşörüne. Bir yanda Bahçeli’nin yürüyüş yaparken görüldüğü Ferdi Tayfur’dan anlamlı sözlerle bezenmiş arabesk klipler, diğer yanda makam odasında özenle yerine yerleştirilmiş 17-25 saati. Bahçeli stili ince ve şifreli mesajlar. Ve bir adım ötesi, suikastle katledilen Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş’in eşinin Sarayda ağırlanması sonrasında paylaşılan el altındaki dosya görüntüsüyle “ya benimsin ya kara toprağın” subliminal mesajı. Tam bir Kara Sevda hikayesi.
KOD ADI: BARIŞ SÜRECİ
Derken sihirli bir formül bulundu. Öküz ölecek ortaklık bitecek diye muhaliflerin dört gözle beklediği bir ortamda “Muhteşem İkili” formatına dönen ortakları yeni bir zihni sinir projesiyle sahnede görüyoruz. Bu sefer gerçekten siyaset aleminin ve toplumun kayıtsız kalamayacağı bir pozitif(!) gündem yaratılmış oldu. Kod Adı: Barış Süreci (!). Milliyetçiliğin kalesi MHP, Öcalan’ın Meclis’e gelip konuşmasını önerecek kadar yükseldi. Siyasi ezberler yerle bir. Şablonlar çöktü. İklim bir anda değişti Akdeniz oldu. Ne de olsa umut fakirin ekmeği. Elbette, barış umudu her vatansever gibi bizler için de bir umut kaynağı. Ancak, "Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" deyimi de akıllardan çıkmamalı.
Kimi aydınlarımız bu süreç için oldukça heyecanlı. Çok cömert övgüler yapılıyor. Devlet Bahçeli’ye peşinen nobel barış ödülü vermekten hiç çekinmiyorlar. Sürecin neredeyse sahibiymiş gibi davranarak topluma pespembe hayaller sunuyorlar. Pembe panjurlu evler, yemyeşil bahçelerde özgürce koşacak çocuklar… Hayaller havada uçuşuyor. Haklı çıkmalarını en çok ben isterim.
KAYYUM ATAMALARI
Tatlı rüyalar içindeyken bir gece yarısı ansızın kabus çöküyor. Türkiye’nin en kalabalık ilçesi ve 57 ilden büyük olan İstanbul-Esenyurt ilçe belediyesine kayyum atanıyor. İki kişiden birinin oyunu alarak seçilmiş belediye başkanının yatak odasında baskın yapılıyor. Hayalperest aydınlarımız ise “Acımadı ki!” modunda hayaller sunmaya devam etmekte. Öyle ya. Barış için her şeye değer. Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk misali. Peki. Sonra ne oldu? Bir sabah ansızın Mardin (Büyükşehir), Batman (il) ve Halfeti (ilçe) belediyelerine kayyum atandı. Kürt siyasi tarihinin sembol isimlerinden Ahmet Türk, %57 oyla seçildiği belediye başkanlığından sabah 5.30’da, “kibarca(!)” yapılan tebligatla görevden alındı. Halk iradesi gasp edilirken nezaket elden bırakılmadı.
Barışıyoruz canım, ne var bunda? Barışın mimarı (!) Devlet Bahçeli, grup konuşmasında Ahmet Türk hakkında kıymetli sözler sarfetti, onore etti. Ne kadar sevindirici, değil mi? Halk iradesini gasp edilse de birkaç tatlı söz, ruhu okşar ne de olsa. Ahmet Türk çok mutlu olmuştur eminim. Efendim, Devlet Bey süreç yönetiyormuş, ama Erdoğan kayyum atamalarıyla farklı bir rota çiziyormuş. Buna kargalar bile güler!
Ak Parti MKYK üyesi ve Kürt siyasetinde önemli isimlerden biri olan Orhan Miroğlu bile kayyum hamlesini, “züccaciye dükkanına giren fil” olarak nitelendiriyor. Bu hamlenin süreci sabote ettiğini söylüyor. Doğru ya, kayyum yetkisi muhalefetin elinde, öyle değil mi? Sanırım kendi genel başkanlarıyla irtibatları kesik. Hikmetinden sual olunmayan Devlet Aklı(!) Orhan Bey’i ocak dışı ilan ettiyse haberi olmayabilir. Yadırgamamak lazım. Bazı canlılar arasında simbiyotik ilişki olarak tanımlanan bir yaşam biçimi vardır. Varlıklarını devam ettirmek için birbirlerinden fayda görürler, ayrılmaları halinde ikisi de yok olurlar.
TEK ADAM REJİMİ
Oynanan oyunda ön açan ve sürecin siyasi iletişiminde inisiyatifi elinde tutan Bahçeli, destekleyici unsur ise Erdoğan’dır. Amaç terörle mücadele ve barış sürecini araçsallaştırmak suretiyle, kurumsal ve toplumsal muhalefeti yok etmek, mevcut statükoyu çok daha güçlü biçimde tahkim etmek güçlendirmektir. Özetle Erdoğan-Bahçeli için şuan durum simbiyotik ilişkiden ibarettir. Süreç öncesi yaşanan git-geller yerini birbirine daha sıkı kenetlenen bir yol arkadaşlığına bırakmıştır. Senarist ve yönetmen kadrosuna baktığımızda “barış” tiyatrosuna inanmak zordur. Aksine, süreç Tek Adam rejimi olarak nitelenen mevcut otoriter statükoyu yeniden tahkim etmek için “havuç-sopa” ve “iyi polis-kötü polis” taktikleriyle yürütülmektedir.
MECLİS'TE KONUŞMASI GEREKEN DEMİRTAŞ'TIR
Barışı en çok isteyen kim varsa on kat fazla hayalini kuran biri olarak keşke yanılsam diye dua ediyorum. Barış için samimiyet varsa, AİHM kararlarına rağmen yaklaşık 8 yıldır hapiste tutulan Selahattin Demirtaş’ın hemen serbest bırakılması gerektiğini özellikle vurguluyorum. Mecliste konuşması gereken kişi Öcalan değil sivil siyasetin temsilcisi, Kürt sosyolojisinde Öcalan’dan daha fazla etkisi olan Selahattin Demirtaş’tır. Öcalan ile ayrıca örgütün tasfiyesi üzerinden müzakereler yürütülebilir. Oysa gerek Tek Adam rejimi gerekse Öcalan/Kandil için Demirtaş gibi figürler kendi siyasi hedeflerine uygun hareket etmediği için istenmeyen adam ilan edilmiştir.
Kürt meselesine kalıcı bir çözüm vaat etmeyen, sivil Kürt siyasetini ve Demirtaş gibi önemli Kürt siyasi liderini dışlayan bir sürecin samimiyetinden ve başarı şansından şüpheliyim. Başarı şansından öte bizi bekleyen tehlike bu sürecin sonunda daha fazla güvenlikçi ve baskıcı politikalar uygulanma riskidir. Sürecin sınırlarını belirleyen Bahçeli ve ortağı Erdoğan kendilerince ellerini bu kadar yükseltmelerine rağmen siyasi mühendislik çalışmalarına destek bulamazlar ise terörden yana olanlar ve terörle mücadele edenler şeklinde çok katı hatlarla ayrışan bir kamplaşma iklimi yaratabilirler.
Böyle bir süreç Türkiye’yi daha büyük felaketlere doğru sürükler. Barış için umutlanmak güzel ancak müsaadenizle endişelenme hakkımı kullanıyorum. Tanrı halkımızı korusun.