İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partimizin TBMM grup toplantısında konuştu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "İmralı ve DEM Grubu görüşmeli" çağrısından sonra DEM Parti'nin bu kapsamda başvuruda bulunduğunu hatırlatan Dervişoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a işaret etti.
Dervişoğlu, "Abdullah Öcalan isimli cani başının Meclis kürsüsünden terör örgütüne seslenmesine, DEM yöneticilerinin İmralı’ya gidip çözüm adına kendisiyle görüşmelerine; Sayın Cumhurbaşkanı hangi pencereden bakıyor, konuyla ilgili hangi değerlendirmelerde bulunuyor öğrenmek istiyoruz. Bahçeli, sözünün arkasındaymış.
Erdoğan bu sözlerin arkasında mıdır? Millet bunun merak ediyor. Kamuoyunun merakını mucip bu konularda açıklama yapmasını bekliyor, milletin yüreğine su serpmesini temenni ediyoruz" dedi. Dervişoğlu'nun, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın iktidara verdiği brifingler üzerinden CHP'yi eleştirmesi de dikkat çekti.
Müsavat Dervişoğlu'nun açıklamalarından önemli başlıklar şu şekilde:
Aziz milletim, Saygıdeğer milletvekilleri, kıymetli misafirler, değerli dava arkadaşlarım;
Hepinizi en içten duygularla sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ydü.
İYİ Parti olarak, Kadın, Aile ve Sosyal Hizmetler Başkanlığımızın öncülüğünde,
16-17 Kasım’da düzenlediğimiz “Şiddet ve Şiddetle Mücadele Çalıştayı” sonrasında bir yol haritası ortaya koymak ve bu yakıcı soruna somut çözüm önerileri getirmek adına, 23 Kasım Cumartesi günü çalıştay sonuç raporumuzu kamuoyuyla paylaştık.
7 Aralık tarihinde de bir Emekli Kurultayı düzenleyecek, tüm bileşenlerinin katkılarıyla emeklilerimizin sorunlarını ele alacağız.
Konuyla ilgili hazırlıklarını tamamlayan genel merkez yöneticilerimize ve sivil toplum kuruluşlarımıza huzurunuzda teşekkür eder, şimdiden başarılar dilerim.
Değerli dava arkadaşlarım;
Genel olarak “şiddet”, özellikle de “kadına ve çocuğa yönelik şiddet”; Ülkemiz için en hayati konuların başında gelmektedir. Türkiye olarak bu sorunu aşmak zorundayız. Zira; bu yara derinleşiyor, başka yaralarla birleşiyor, toplumsal yapımızı çürütüyor ve hepimizi zehirliyor.
Her gün karşı karşıya olduğumuz hadiseler münferit değildir. Son 10 yılda, 210 BİN çocuğumuz “cinsel istismara” uğramıştır. Son 1 yılda menfur olay 50 BİNİN üzerinde tekerrür etmiştir. Son 10 yılda, “bilinen” 5 BİNE yakın “Kadın Cinayeti” işlenmiştir. Sadece bu yıl, 411 kadın katledilmiştir. Bu vahşetin boyutları, bu rakamlardan daha yüksek ve etkileri daha derindir. Cumhuriyet, “Muasırlaşma Mücadelesinde” kadının, toplumda etkin bir konum elde etmesi ve o konumun yükseltilmesi meselelerini birlikte ele almıştır.
İşte tam da bu yüzden;
Kadın, saray rejimi ve kadrolarının her zaman hedefinde olmuştur. Pazartesi günü,
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde valiliklerin, kaymakamlıkların bir gayret yolları kapatmaları, ulaşımı durdurmaları da bunun tezahürüdür. 22 yıllık devri iktidarlarında her sıkıştıklarında dinden, imandan dem vuruyorlar. İstiklal marşı, “benim iman dolu göğsüm” diyor dizelerinde, imar dolu göğsüm demiyorsa, ne seslendiği şahıslar sizsiniz.
Ne de bahsedilen iman sizin sahip olduğunuzdur. Bu yüzden, Türk devletini, Türk insanını, Türk kadınını; ne baskıcı rejimlerin kör vicdanına, ne de elinize diplomanızı veren 15 Temmuz hocalarının insafına bırakmayacağız. Açılım süreci ağızlarınız, BOP hezeyanlarınız ve ümmetçilik oyunlarınız,
Türk vatanını Lübnanlaştıramayacak! Türk ordusunu Iraklaştıramayacak! Türk devletini Suriyelileştiremeyecektir! İşte Türk kadınından korkularının iç yüzü buradadır.
İstibdat zincirini önce ona geçirmelidirler ki, Türk vatanı ve Türk kimliği parçalanabilsin.
Haksızdırlar, suçludurlar ve tam da bunun telaşı ve korkusu içindedirler!
Ama biz korkmayacağız, direnmekten geri durmayacağız!
Türk kadınının yanında, mücadelesinde omuz omuza, meydanlarda yumruklarımız havada duracağız.
İYİ Parti olarak; kadının konumunun korunması ve o konumun yükseltilmesinin mücadelesini veriyoruz.
Atalarımızdan öğrendiğimiz örfün ve Atatürk’ten bize emanet bırakılan değerlerin icabını yerine getiriyoruz. Bir avuç meczubu memnun etmek için, bir gece yarısı kaldırdıkları İstanbul Sözleşmesi’ni de yine bu yüzden unutmuyoruz. Emin olunsun ki; ilk fırsatta çok daha güçlü şekilde yürürlüğe koyacak,
Bunu yaparken de bir kanun lafzı olmaktan çıkartıp, bir bilinç meselesi olarak kadına karşı şiddet meselesini, tam da Türk’e yaraştığı şekilde çözeceğiz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi,
“Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça, öteki kısmı göklere yükselebilsin?”
Değerli dava arkadaşlarım, yaşanan genel çürüme hali, yolsuzluk, liyakatsizlik, kayırma, hukuk tanımazlık, saray elitlerinin yönetim anlayışının, İktidar ve ortaklarının siyasetinin, sarayın bürokratlarının uygulamalarının sonucudur. Sanıyorlar ki bu düzen böyle gidecek,
Sanıyorlar ki bu düzene alışacak-kabullenecek-susacağız. Sanıyorlar ki bu anormalliğe baş eğip,
Sözde iç cephenin sözde mensupları gibi normalleşeceğiz. Yanılanlarla yanılmayacağız. Yalancılara yanlamayacağız. Cesaretimiz de dirayetimiz de yıkılmayacaktır.
Geldiğimiz noktada, yasalardan bir defa kaçabilen, kendini yasaların üzerinde koyabilmektedir. Bireyden aileye, aileden de topluma uzanan ilişkiler, ahlaki değerler, toplumsal kurallar bu yüzden çökmektedir.
Tek kişinin sevk ve idaresi altındaki tüm kamusal hizmet alanları, başta eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik mekanizmaları, toplumun bütününü korumak, bütününe hizmet etmek ve “hakkaniyet” sağlamak yerine, güç yoğunlaşmasına, servet ve gelir adaletsizliğine katkıda bulunmaktadır.
Sivil toplum ve sendikalar sürekli olarak susturulmakta ve bastırılmaktadır. İktidarın etrafındaki sivil toplum görünümlü malum yapılar ise bu çarkın yağlayıcısıdırlar.
Yardıma ve ekmeğe muhtaç hale getirilmeye çalışılan koskoca bir millet, bir avuç saray seçkininin eline baksın istenmektedir.
İşte değerli dava arkadaşlarım,
Kurdukları bu şeytan çarkının ana fikri budur. Bu yüzden yoksulluğu bitirmek değil, derinleştirmek istiyorlar. Bu yüzden sağlık sistemini düzeltmek değil, sömürü aracı kılmak istiyorlar. Bu yüzden eğitim sistemini kölelik düzenlerinin mutfağı yapmak istiyorlar. Bunlar bizi yıkmanın araçlarıdır.
Bu araçlar mutlaka yıkılmalıdır. Yoksulluğun yerine zenginliği koyarak, bu yüzden sağlığı bir sektör değil, bir sistem haline getirerek ve eşit, parasız, yaygın ve çağın en ilerisindeki eğitimi inşa ederek,
Milletimizin hayatlarını çalan bu köhnemişlik ortadan kaldırılmalıdır! Birikimimiz, kadrolarımız, inancımız tamdır.
Milletimize sözümüz bâkidir: Andolsun bunu BAŞARACAĞIZ!
Bakınız, insanlarımız, sitemden isyana doğru büyüyen bir tepki içindedir. Emeğinin karşılığını almak isteyen işçiler, memurlar, eğitimde eşitlik ve liyakat isteyen öğretmenler ve öğrenciler,
Ürünü tarlada kalan çiftçiler ve üreticiler,2 yıl geçmesine rağmen evsiz bırakılan depremzedeler, mağdur olmuş, canı yanmış, hakkı yenmiş adalet isteyen tüm vatandaşlar bu sistematik yağma, talan ve korku düzeninin baskı ve korku mekanizmaları içerisinde susturulmaktadırlar. Bu düzende millet, AKP seçkinlerinin zenginleşmesinin hamallığını yapmaktadır.
O bir avuç yağmacı devletin sağladığı resmi sıfatlarla, devletin uçaklarıyla gittikleri yurtdışı seyahatlerinde lüks mağazalarda alışveriş yarışı içerisindedir.
Aldıkları tüyolarla borsa spekülasyonuna iştirak etmek derdindedir. İmar planlarından önceden haberdar olarak, arsa vurgunu yapmak peşindedir. Türk milletini sarayın kullarından ayıran işte bu çizgidir.
Bu çizgi, namuslularla namussuzları ayıran çizgidir. Kimse tehlikeli yanılgılara kapılmasın,
Onları o makamlara getiren seçmenler de, iş kuyruğunda, hastane sırasında, halk ekmek büfesi önünde beklemektedir. Bizlerin görmek zorunda olduğu asıl mesele budur. Mesele, sarayın yağlı kapıları ile Türk milletini ayıran hakikat duvarıdır.
Çözüm ise bellidir: Bu hakikat duvarını yıkmanın yolu da insanlarımızı birbirinden ayıran yalan duvarlarını yıkmaktır. Toplumun tüm kesimlerini, bölerek, parçalayarak, ayrıştırarak, kavga ettirerek köleleştiren bu işgalcilerden kurtarmaktır.
Çünkü Cumhuriyet bizden bunu beklemektedir, biz Cumhuriyet’ten bunu anlamaktayız.
Aziz milletim,
Şiddet, istismar ve suç sarmalının kadınlara ve çocuklara yönelmesi bir zihniyetin sonucudur.
Yenidoğan çetesinin kanlı ellerinden sızanlar da bu habis zihniyetin zehirli meyveleridir. Bu çetenin “eli kanlı bebek katili başı” mahkemedeki ifadesinde “Hastanelerde hasta kavgası var” demiştir.
Ne demektir bu?
Hak ve ihtiyaç sahipliğinin değil, para ve torpili olanın tedavisine ulaşabildiği sistem kurmuşlar demektir.
Hasta- hastane ilişkisi değil, müşteri ilişkisi kurulmuş demektir. Bebekler de bu müşteri ilişkisine kurban edilmiş demektir. Bir kamu hizmeti anlayışı değil,
Bir ticaret ve kar anlayışı, can güvenliğinin önüne geçirilmiştir, demektir. Bu belli ki buz dağının görünen yüzüdür. 2016 – 2024 yılları arasında İstanbul İl Sağlık Müdürü olan zat neden istifa edecekmişim ki diyor?
Elbette neden istifa edesiniz ki?
Sizin göreviniz, Türk milletine karşı görevleri yerine getirmek değil ki. Onları yapamadığınızdan ötürü neden Türk milletinden af dileyesiniz. Saray ve avanesinin çıkarlarına hizmet etmekle görevlisiniz. Affınız da ancak o çıkarlar tehlikeye girdiğinde söz konusu olabilir.
O yüzden 8 yıl boyunca siz ve sizden öncekiler gibi, bebeklerin can pazarlığına gözleriniz kör, kulaklarınız sağırdı. Belli ki birileri bebek canları üzerinden “Sehem” kurarken birilerinin de avantasını verildiği için meseleyi hallediliyordu. Alıştığınızı bu rantiye rejiminde zaten neden istifa edeceksiniz ki?
Çünkü arsızlık ve yüzsüzlük, sarayın nazırı olmanın ilk ve değişmez kriteridir. Geçen hafta ettiği boyundan büyük laflarla, saraydan geçici görev onayı alma çabasını sürdüren Milli Tahrifat Bakanı Yusuf, şimdi de şehircilik sekreteri Kurum’la Belediye kreşlerini kapatmanın yollarını aramaktalar.
Din bezirganlığının ve zübüklüğün ortak payda olduğu saray rejimi, şehirleri inşaatla talan ederken, hastalıklı zihinler eliyle bu rantı üretebilir kılmaktadır.
Her sözleriyle ve icraatlarıyla kadınlara ve çocuklara dünyayı dar etmektedirler.
AKP’li belediyeler istediğini yaparlar,
Çünkü arkasında saray ve rant baronları vardır.
Ama muhalefet belediyeleri seçilerek geldikleri o görevlerini yapamazlar.
Millete hizmet götüremez, ihtiyaçlarını gideremezler.
Kendine işletmediğin kanunları eğip bükerek başkasına misliyle işletmek,
Devlet yönetiminde biz-onlar ayrımı yapmak.
İşte bu bölücülüktür.
Sözde “Devleti yönetmek” görev ve iddiasına sahip olanlar,
Bu görevlerini yerine getirmediği gibi, işleyenleri de bozuyor,
Kurumların köküne kibrit suyu ekiyorlar.
Cumhurbaşkanı ve artık sekreterden başka bir şey olmayan bakanları,
Kendi görev sahalarındaki işlerle meşgul olmadıkları için,
Belediyeler, adeta bir sosyal yardım kurumu işlevi görmek zorunda bırakılmaktadır.
Bilinsin ki bu durum, iktidarın zavallılığın bir sonucudur.
Kim yararlanıyor kreşlerden kardeşim?
Gece gündüz çalışmak zorunda kalan vatandaş yararlanıyor,
Özellikle de çalışan anneler yararlanıyor.
Bu kadınlar, alın teriyle evlerine üç kuruş getirirken, yakalarında parti rozetleri mi var?
Siz kimi cezalandırıyorsunuz?
Siz kimin hizmet alma hakkını, kimden kaçırıyorsunuz?
Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?
Ve iş bu haldeyken,
Okullara temizlik malzemesi koymaktan aciz bir bakan çıkıp,
Boyundan büyük o lafları yüzsüzlükle edebiliyor.
Ve sözde çevre şehircilik bakanı,
Asgari ücrete mahkum annelerin çocuklarına, belediyeler kreş hizmeti veremez diye kurumundan yazı yollayabiliyor.
Sayın Kurum, senin asıl cevabını vermen gereken soruyu ben sorayım.
“2 yıl geçti depremin üzerinden, kış geldi. Nerede bu konutlar?”
Kurum’un, saraydaki efendisine yanıtlamakla mükellef olduğu soru ise bu değil,
Deprem konutu ihalelerinin kime verildiği,
Hafriyat işinin hak edişlerinin önce kime ödeneceği,
Kapıların ve pencerelerin hangi il başkanı veya milletvekili yakınına yaptırılacağıdır.
Daha yakın zamanda görevlendirdiğimiz heyetlerle ziyarette bulunduk deprem bölgelerine.
İnsanlar halen evsiz, halen konteynırda, halen çaresizler.
-10 derecede sacdan yapılma kutuların içerisinde kalıyorlar.
Ve siyaset yapay bir gündem oyunu içerisinde alıkonuluyor,
Bu kifayetsizlerin ve onların paraya tahvil kalemlerinin sözlerine takılıyoruz.
Hayır! Bu dedikodu kazanını devirmek zorundayız.
Bu delilikten kurtulmak zorundayız.
Milletin derdi, bizim derdimizdir.
O derde derman olmak, bizim görevimizdir.
Aralık ayı içinde başta Hatay olmak üzere deprem bölgesine gidecek ve yapılanları ve yapılmayanları yerinde görecek, kamuoyuyla paylaşacağım.
Aziz milletim,
Saray iktidarı, her yerde israf ve talanla meşguldür.
Çayırhan meselesi de bu talanın bir parçasıdır.
Bugün bini aşkın işçi orada haklarını savunmaktadır,
Kendilerini yerin onlarca metre altına kapatmışlardır.
Seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar.
Sebebi,
Ankara’daki Çayırhan Termik Santralı ile
Çayırhan Linyit İşletmesi tarafından kullanılan taşınır ve taşınmazların
Özelleştirilme adı altında talan edilmesi,
Emekçilerin ise işsizliğe mahkum edilmek istenmesidir.
AKP var olanı satma,
Mirasyedi gibi davranma konusunda çok mahirdir.
Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir iktidar bu kadar satmaya hevesli olmamış,
Zenginliklerimizi böylesine har vurup harman savurmamıştır.
AKP kadrolarının iktidara geldiği 2002 yılından günümüze
72 milyar doların üstünde özelleştirme yapılmıştır.
Yaklaşık 280 kurum ve kuruluşu bu iktidar satmıştır.
Kıyas olması için söylemek isterim,
Türkiye’nin 2002 yılındaki dış borcu 131 milyar dolarken
Bugün 500 milyar doların üzerine çıkmıştır.
Bakın öyle bir yolsuzluk düzenidir ki çeyrek yüzyıldır yaşadığımız,
Satıyorlar, satıyorlar ama üstümüzdeki borç yükünü katlanarak artırıyorlar.
Milletimiz kendi varlığı ve serveti olan kurum ve kuruluşların özelleştirmelerinden
Bir fayda elde edememiştir.
Faydayı İsrailli Oferler, Lübnanlı Haririler, Suudlu Ogerler, AKP’nin seçkinleri,
Bu milletin üstüne kene gibi yapışan yandaşlar görmüştür.
Milletimiz ise derdi tasayı çekmeye devam etmektedir.
Bugün “Çayırhan Termik Santrali” özelleştirmesi;
İhale şartnamesini incelediğimizde ve gelişmelere baktığımızda birilerini “memnun ederken”
Yıllarca emeklerini bu santrale vermiş işçilerimizi ise mağdur etmektedir.
İhale şartnamesinin “Çalışanlara İlişkin Hükümler” başlıklı 17. maddesi tam bir faciadır.
Madde ile yaklaşık 2 bin 500 işçi, özelleştirme sürecinin tamamlanmasıyla kapı önüne koyulacaktır.
Ortada sarayın yeni bir peşkeş projesi vardır,
Yandaşı zengin etmenin yeni bir arayışı vardır.
Buradan bir kez daha Çayırhan Termik Santrali’nde bu peşkeş çekme operasyonuna karşı koyan,
Yılların birikimine sahip çıkan emekçi kardeşlerimizi selamlıyor;
İYİ Parti olarak yanlarında olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyorum.
Geçen hafta madencilerimizle beraberdim.
Yine gideceğim.
Soylu hak arayışlarında da sonuna kadar yanı başlarında olacağım.
Aziz milletim,
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz hafta Brezilya’yı ziyarette bulundu.
O malum uçaklarından birisi ile ülkemize dönerken de kendisine adeta vahiy geldi.
Vatandaşımız kırmızı et yiyemediğini anladı.
Ve Uruguay’dan Brezilya’dan büyükbaş hayvan ithalatı talimatı verdiğini söyledi.
Görüldüğü üzere,
Sarayın yerli-milli Türkiye’si!
Sığınmacı ithal eden,
Çiftçisine destek vermeyip buğday, saman, ot ithal eden,
Hayvancısını iflas ettirip hayvan ithal eden Türkiye’dir.
Kendi üreticisini desteklemeyen bir hükümetle karşı karşıyayız.
Uruguay'dan, Brezilya'dan yapılacak ithalat,
Yerli üreticimizi daha fazla rekabet edemez hale getirmeyecek midir?
Kendi çiftçimizi zora sokmak, nasıl bir tarım politikasının ürünüdür?
Üreticimizi desteklemek yerine, onları yok saymak hangi akla hizmet etmektir?
Et fiyatlarındaki artışın sebebi sadece arz eksikliği değildir.
Süt-yem paritesindeki bozukluk,
Kontrol edilemeyen maliyet artışları gibi birçok mesele vardır.
Ama her biri çözmesi çok kolay işlerken
Israrla çözülmeyen, derinleştirilen meselelerdir.
Türkiye,
Amerika’dan sonra dünyanın en çok sığır ithal eden ülkesidir.
Türkiye son 14 yılda yaklaşık 11.5 milyar doları
Başka ülkelerin çiftçilerinin cebine koymuştur.
14 yıl önce Erdoğan’ın talimatı ile başlayıp artarak devam eden bu süreç,
Hasan’ları değil, Hans’ları zengin etmektedir.
Bir zamanlar kendi kendine yetmekle kalmayıp
Dünyaya tarım ve hayvancılık ürünleri ihraç eder konumda bulunan Türkiye,
AKP döneminin sonunda ithalata bağımlı bir ülke konumuna gelmiştir.
Soruyorum,
Hangi “büyük” ülke tarımda bu kadar dışa bağımlıdır?
Sarayın yalan ve talan düzeninin en büyük göstergesi işte bu tarım politikasıdır.
Türkiye’yi adeta göbeğinden dışa bağımlı kılarken,
Aç ve yoksul bıraktıkları millete, büyük masallar, büyük yalanlar anlatmak,
İşte böyle bir iktidar zihniyetinin zavallı propagandalarıdır.
Bu iktidar, büyük Türk milletinin sırtındaki, küçük keneler sürüsüdür.
Ve şüphesiz ki o kenelerden kurtulacağız.
Kurtulmak zorundayız.
Başarmak zorundayız!
Kıymetli misafirler,
Değerli kardeşlerim;
Kurumsal çürüme maalesef her alanda o kadar büyük boyutta ki,
En olmaması gereken alanlarda
Eğitimde, sağlıkta
Ve malumunuz milli savunmada bile aynı şeyi yaşıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu diyerek hayal satanlar
Korkarım, 15.yy ile 19.yy’ı ayırt edemeyecek noktadadırlar.
Halleri o kadar perişandır ki,
Dünya savaşı naraları atarken,
Türk ordusuna ve onun şerefli mensuplarına açtıkları savaşı görmüyoruz sanıyorlar.
Bunlar Balkan harbinde, içeride nifak çıkartanların öz be öz torunlarıdır.
İspatı, genç teğmenlerimize reva görülen hain plandır.
Günlerdir konuşuyoruz.
Mustafa Kemal’in askeriyiz deyip, subay yemini ettikleri için,
TSK’nın itibarını bozmakla itham ediliyor ve ihraç istemiyle disipline veriliyorlar.
Gerekçe, disiplini bozmak.
Peki nasıl, ne zaman bozmuşlar o disiplini?
Resmi tören bittikten sonra Mustafa Kemal’i anarak,
Türk milletine ve Türk vatanına sahip çıkacakları üzerine yemin ederek disiplini bozmuşlar, Milli Savunma Bakanlığı’nın itibarını sarsmışlar!
15 Temmuz’dan ders alamayan,
FETÖ’nün yöntem ve araçlarını taklit etmek konusunda mahirleşen iktidarın,
Genç subaylardan intikam almaya yönelmesinin hukuki bir yönü olmadığını biliyoruz.
Peki, hep bir ağızdan, 3.dünya savaşı, nükleer savaş, İsrail tehdidi gibi laflar edilirken,
Ordu içerisinde böylesi bir operasyona kalkışmalarını nereden ve nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?
Gencecik teğmenler üzerinden toplumsal infial yaratacak bir hesaplaşmaya girişmenin kime ne faydası vardır?
Buradan uyarıyorum:
Bu yarayı daha fazla kanatmayın,
Gencecik fidanların geleceklerini karartmayın.
Onlar bizim evlatlarımız,
İhraç edilecek değil, sahiplenilecek değerlerimizdir.
Bu konuda herkesi,
Vicdanlarının sesine kulak vermeye, onları kendi evlatlarının yerine koymaya,
Ve şefkatle davranmaya davet ediyorum.
Aziz milletim,
Milli İstihbarat Teşkilatımız da
Sarayın yarattığı kurumsal ve kültürel erozyondan fazlasıyla nasibini almaktadır.
Partili Cumhurbaşkanlığı’nın ürettiği, partili Mit başkanı dönemindeyiz.
Cumhurbaşkanı’nı, Milli Güvenlik Kurulu’nu, kabineyi ve TBMM’yi gereken konularda bilgilendirmesi anlaşılabilir olan Milli İstihbarat Teşkilatı,
İktidar partisinin yöneticilerine düzenli brifing vermektedir. Bu yanlışa dikkat çekmesi gereken ana muhalefet yöneticileri ise bu akıldışılığı meşrulaştırmaktadır. Bu anlayışa payanda olmaktadırlar.
Normalleşmeyi, kötü emsalleri örnek alma olarak okuyan bir muhalefet anlayışı, iktidar olmayı, iktidara benzemek zannetmektedir. Biri iç cephe derken, diğeri normalleşme diyerek, sarayın izah memurluğuna soyunmaktadırlar. Sarayın örnek aldığı şey, muhaberat devletidir. Tüm verilerimiz, partili cumhurbaşkanının elinin altındadır. Onun emrinde bir istihbarat teşkilatının bu verilere ulaşım imkanı, irademizi zaten fazlasıyla tehdit etmektedir. Kendi partilerinin iktidarını, “Devlet” diye diye yıllardır vapur tarakçısı gibi yutturmaya kalkan bu zihniyetin, takım elbiseli nümayişlerini, “ciddiye alınmak” zannedenler bir durup düşünsünler. Ellerini verip, bütün bedenlerini kaptırmak sınırını geçmek üzeredirler.
Uyarıyorum:
Türk devletinin istihbarat başkanı
20 yaşındaki genç meclis muhabiri gibi
O siyasetçi bu siyasetçi gezip haber taşımaz!
Milli İstihbarat Teşkilatı, muhaberat devletinin bir aparatı değildir!
O kurumun ambleminde ay yıldız vardır, Türk vatanı vardır ve Atatürk vardır!
Herkesi görevinin şuur ve sorumluluğuyla hareket etmeye davet ediyorum.
Değerli dava arkadaşlarım,
Aziz milletim;
Terörist başının Meclis kürsüsüne gelip konuşmasını istemekle başlayan tartışmalar,
Şimdi bir başka yöne evrilmiş, DEM yöneticilerinin İmralı’ya gidip, bebek katiliyle görüşmelerinin önü açılmak istenmiştir. Bu öneri iktidar ortağı tarafından yapılınca da, DEM Eşbaşkanları durumdan vazife çıkararak Adalet Bakanlığı’na müracaat ederek, bu ziyaretin temini için talepte bulunmuşlardır. Bildiğimiz kadarıyla, geride bıraktığımız hafta içerisinde, bizzat Adalet Bakanlığı tarafından, İmralı canisiyle ilgili, avukatları da kapsayan 6 aylık bir görüş yasağı getirilmişti.
Böyle bir yasağın olduğunu bile bile konuyu gündeme getirmenin taşıdığı maksada bizim elbette söyleyeceklerimiz vardır ama
Asıl merak ettiğimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın suskunluğunu ne zaman bozacağıdır. Abdullah Öcalan isimli cani başının Meclis kürsüsünden terör örgütüne seslenmesine, DEM yöneticilerinin İmralı’ya gidip, çözüm adına kendisiyle görüşmelerine, Sayın Cumhurbaşkanı hangi pencereden bakıyor, konuyla ilgili hangi değerlendirmelerde bulunuyor, öğrenmek istiyoruz. Kamuoyunun merakını mucip bu bir konularda açıklama yapmasını bekliyor,
Milletin yüreğine su serpmesini temenni ediyoruz.
Muhterem dava arkadaşlarım;
Milletimiz zorda...
Milletimiz darda…
Sadece günü kurtarmaya ve ayakta kalmaya çalışıyor.
Siyasetin görevi, işte bu açmazı çözmek, milletimizi huzura ve refaha kavuşturmaktır.
Ancak Türk siyaseti belki de hiç olmadığı kadar sorumluluğundan uzak.
İktidar ikbalinin derdinde…
Her alanda gerginlik üretmek için,
Bütün tuşlara basıyor ve milletimizin sinir uçlarına dokunuyor.
İktidarın ortağı, küçük iktidarının peşinde ve ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Ana muhalefet desen,
Söylem ve eylemleriyle, ülkeyi ve toplumu germeyi hedefleyen iktidarın ekmeğine yağ sürüyor…
Merkezi idare ile yerel yöneticiler arasındaki gerginlik,
Binlerce yıllık devlet geleneğimizin temeline dinamit atıyor.
Bakanlıklarıyla, belediyeleriyle, milletimize hizmet etmekle mükellef kurumlar, birbirleriyle harbe girmiş gibi.
Türk milletinin en büyük hazinesi ve gözü gibi baktığı devleti,
Kurumlar arası sorumsuzca bir kavganın girdabında can çekişiyor.
Olan milletimize oluyor,
Olan devlet adabına, olan devlet aklına oluyor!
Çok yakın gelecekte,
Yakın coğrafyamızda defalarca şahit olduğumuz gibi,
Siyaseti, kurumları, gelenekleriyle devlet hasar alırsa,
Milletleri kara günler bekliyor.
Vatandaşının derdiyle hemdert olmak, meselelere çözüm bulmak yerine,
Yapay tehditler, uyduruk düşmanlar, gereksiz vehimler yaratarak,
Toplumsal gerginliği körükleyen iktidara da,
Ortağından muhalefetine, bu kirli düzenin değirmenine su taşıyan siyasete de topyekün seslenmek istiyorum:
Bu yol yol değil…
Bu yol doğru yol değil…
Bu yolun sonunda millet menfaati yok…
Bu yolun sonunda ülke bekası yok…
Bu yolun sonunda, daha fazla fakirlik, daha fazla zulüm, daha fazla kavga, daha fazla acı var…
Hafızama yer etmiş dizeler, aslında halimizi tüm çıplağıyla açıklıyor.
"Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak,
Durun ey kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!"
Evet bu yol çıkmaz sokak! Bu kadar organize kötülüğün bizi götürebileceği başka bir yer de yok zaten….
O yüzden haykırıyorum;
Durun efendiler, bu cadde çıkmaz sokak…
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.