Adli Mimarlık'ın kurucusu Eyal Weizman ile söyleşi: Bütün soykırımlar aynı zamanda mekansal projelerdir
İstanbul'un Tophane semtinde 1950'lere kadar tütün deposu olarak kullanılan bir mekan var. 2008'den beri depo adıyla kültür ve sanat etkinlikleri düzenleniyor. Kurucusu ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin serbest kalması yönündeki kararlarına rağmen tam cezaevinde tutulan, Gezi Davası hükümlülerinden Osman Kavala.
Depo'da 11 Ocak'a kadar izleyebileceğiniz Almanya'daki iki ırkçı saldırıyla ilgili "Üç Kapı " adıyla bir sergi var. Aşağıda söyleşimizi okuyacağınız mimar Eyal Weizman tarafından kurulan "Forensic Architecture" (adlî Mimarlık ekibi, bu saldırılarla ilgili hukuki delil arayışında hayatta kalanlara destek verdi.
Eyal Weizman ve ekibi, mimarlığın olanaklarını kullanarak, tıpkı gazeteciler gibi hakikatin mekanda ve zamanda izini sürüyor. Devlet tarafından işlenen suçları araştırıp soruşturuyor.
Weizman, çalışmalarından çok şey öğrendiğim, ilham aldığım bir mimar. umarım bu söyleşi sizin için de ufuk açıcı olur.
Işın Eliçin: Adlî Mimarlık nedir, kısaca tarif eder misiniz?
Eyal Weizman: Adlî mimarlık basitçe söylersem, mimarî kantların hukuki bir süreç için hazırlanıp sunulması. Adlî mimarı bir binanın patoloğu gibi düşünün. Tıpkı bir cesede ya da yaraya bakarak neler olup bittiğini yeniden inşa etmeye çalışan bir patoloji uzmanı gibi. Biz de binalara bakıyoruz; tahrip edilme şekillerine ya da üzerlerinde bırakılmış izlere, kurşun deliklerine, bombanın düştüğü yere bakarak binanın neye maruz kaldığını yeniden canlandırmaya çalışıyoruz.
I:E: Hangi binayı seçeceğinize nasıl karar veriyorsunuz?
E.W.: Ben İsrail doğumlu bir mimarım ve İsrail'in yerleşimci sömürgecilik sistemi içinde büyüdüm. Örneğin İsrail'in Batı Şeria'daki işgalini mimari bir proje olarak okudum, anladım.
İnşa edilen Yahudi yerleşimleri, yollar, çitler ve duvarlar, hepsi önce bir çizim tahtasında tasarlanıyor. Bir mimar olarak suçların çizim tahtasının üzerinde işlenebilmesi bana ilginç geliyordu. dolayısıyla, yavaş yavaş adli mimarlık pratiğini geliştirmeye başladım.
Bugün dünyanın dört bir yanında çalışıyor ve Guatemala'dan Meksika'ya Namibya'dan Libya'ya ve maalesef Türkiye'ye kadar bir çok ülkede hak ihlalleri davalarına kanıt sağlıyoruz.
I:E : Ekibinizle eski Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin 28 kasım 2015'te Diyarbakır'ın tarihi semti Sur'da öldürülmesiyle ilgili olarak baronun talebiyle teknik bir analiz yaparak, öldürücü atışı yapan kişinin olay yerindeki üç polisten biri olduğunu tespit etmiştiniz. Bu davadan bahseder misiniz?
E.W.: Öncelikle, Tahir Elçi cinayetinde olduğu gibi, bir insan hakları savunucusu polisler tarafından öldürüldüğünde, bu kişiyi bizden biri olarak görüyoruz. Bizler insan hakları savunucularıyız ve bu çok dokunaklı bir vaka. Diyarbakır Barosu'ndan görüntüleri incelememiz istendi. Ben bu kadar çok videonun erişilebilir olduğu başka bir dava görmedim. Aynı anda eş zamanlı ateş ediliyor. 10 saniyeden kısa bir süre içinde 42 el ateş edilmiş. Tahir Elçi'yi kafasının arkasından vuran bir tanesi hariç hepsi ıskalıyor.
Türk sivil toplumuna, Türk sivil toplumunun, Kürtçe konuşan sivil toplumun haklarına son derece adanmış olarak ve o bölgelerde polis ve devlet tarafından işlenmiş suçların üstü örtülmemesi için yapılan çağrılara katılarak çalışmaya başladık.
Bu davada hesap verirlik ve yargılama olması bizim için çok önemliydi. Nihai karara katılmasam da sunduğumuz kanıtların hukuki bir sürece yol açmış olmasından büyük memnuniyet duyduk. Diyarbakır Barosu'nun bu davada hak iddia edebileceği bir hukuki sürecin olması bizim için çok önemliydi.
I:E: Hangi davayı alacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?
E:W.: Davet edilmediğimiz bir vakaya asla girmeyiz. Salt biz istiyoruz diye insanların travma alanına girmeyiz. Sevdiginiz birini kaybetmiş olmanız ve açılmış bir dava olması gerekiyor. Sonra bizi davet ediyorsunuz ve biz de arkasında bir sivil toplum kuruluşu olduğunu hissettiğimiz ölçüde vakayı kabul ediyoruz. Şu anda dünyanın her yerinden davalar alıyoruz. Ancak almaya karar verdiğimiz vakalar, siyasi dönüşümü sağlayabileceğini bildiğimiz vakalar. Vakayı belli bir adalet çağrısında bulunmak ya da hesap verebilirliğe dönüştürmek için kullanacak bir sivil toplum pratiği olmasına dikkat ediyoruz. Biz bunu Türkiye'de bulduk.
Türkiye'deki sivil topluma hayranlık duyuyoruz. Türkiye'de doğuda ve batıda pek çok farklı konuda adalet çağrısı yapan örgütlerin cesaretinden ve profesyonelliğinden gerçekten ilham aldık ve bu nedenle Tahir Elçi davası üzerinde çalışmayı kabul ettik. davanın kendisinin de çok fazla sosyal etkisi olduğunu görmekten memnuniyet duyduk.
I.E.: Güney Afrika Cumhuriyeti'nin İsrail'e karşı açtığı Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'nda görülen soykırım davası için de kanıt topluyorsunuz.
E.W.: Adlî mimarlık yıllarca Gazze'de çalıştı ve orada meslektaşlarımız vardı. Savaşın başında, 22 ekim 2023'te en yakın arkadaşımızı, gazeteci Rüşdi el Sarrac'ı kaybettik. El Sarrac ve çalıştığı haber kuruluşunun mensupları israil bombardımanında öldürüldüler. Son derece duygulandık. Bizim için çok acı bir dönemdi. Üyelerimizin çoğu Filistinli. Ramallah'ta bir ofisimiz, Gazze'de de ortaklarımız var. Beraber çalıştığımız ekip üyelerimizin aileleri var. Gazze'yi izlemeye başladık ve pusulamızın bozuldugunu düşündük. Soruşturma yürütemediğimiz ağır ihlallerin yoğunluğu karşısında nasıl çalışacağımızı bilmiyorduk. Derken her taraftan videolar ve talepler yağmaya başladı. Gece gündüz deli gibi çalışıyorduk ve işleri daha sistematik bir hale getirmemiz gerekiyordu.
Daha sonra Güney Afrika Cumhuriyeti, Uluslararası Adalet Divanı'na İsrail'e karşı soykırım davası açmak üzere başvurduğunda bizimle çalışmak istediklerini söylediler. Filistin meselesiyle ilgili en deneyimli kuruluş olduğumuzu biliyorlardı. Bunun tarihi bir dava olduğunu hissettik. Küresel güneyden bir ülke, sömürgeciliği yaşamış, ırk ayrımcı apartheid rejiminden çıkmış bir halk, bu deneyimini kendisi gibi apartheid'a ve yerleşimci sömürgeciliğine maruz kalan bir halkla dayanışma halinde deneyimlerini evrenselleştiriyor. Güney Afrikalı avukatlar Lahey'deki mahkeme salonuna girdiklerinde bütün küresel güneyin arkalarında olduğunu hissettik ve böyle bir çalışmanın parçası olmaktan onur duyduk.
"Bütün soykırımlar aynı zamanda mekansal projelerdir"
Elbette soykırımı detaylandırıp belgelerken, tek tek her bir bombardımanı anlatmak yeterli olmaz. Binlerce bombardımanın, binlerce cinayet ve katliamın, hastanelerin, okulların, kamu altyapısının, tarımın yok edilişinin, yardım konvoylarının hedef alınmasının birbiriyle ilişkisini, yürütülen sistematik etnik temizlik kampanyasının arkasındaki tasarımı ortaya çıkarıp göstermeniz gerek. İşte mimari, mimarlık tam da burada devreye giriyor.
Bütün soykırımlar aynı zamanda mekansal projelerdir. Mekanı belli alanlara bölerler. bir nüfusu yerinden ettiğinizde, onları bir başka alana toplarsınız. Bu alanlara genellikle "insani bölge" ya da "güvenli bölge" adı verilir. Gazze'de hiçbir yer güvenli değil oysa. İsrail ordusu yürüdükleri yolları da sürekli bombaladı.
Dolayısıyla bizim anlamaya çalıştığımız soykırımın mimarisi, zaman ve mekan içindeki işleyişi. Çalışmamızın amacı buydu ve 827 sayfalık raporumuzda, her bir olayı belgelemekle kalmadık İsrail'in Gazze'yi işgalinin, on yıllardır süregiden bilinçli aç bırakma deneyinin, İsrail'in yerleşimci sömürgeciliğinin tarihçesiyle,, bugün olanları ilişkilendirerek büyük resmi çizdik.
Gazze'deki önceki Yahudi yerleşimlerinin olduğu yerler, şimdi İsrail ordusunun inşa ettiği bariyerler ve yollar şeklinde yeniden beliriyor. İsrail'in Filistin tarımını kuşaklar boyunca yok edişinin yankısını görebiliyorsunuz. Velhasıl bir soykırım davası inşa etmek için, o yerin tarihçesine de bakmanız gerekiyor. Bu hem şahsen benim hem de ekibimizin önceki yıllarda çokça yaptığı bir şeydi.
I.E.: İsrail güvenli ilan ettiği alanları bombalamakla kalmıyor, insanları güvenli alanlara yönlendirmek için kullandığı tahliye uyarılarını bile bir silah gibi kullanıyor. Bu bana çok trajik gelmişti.
E.W.: İsrail soykırım işlemediği iddiasını halka yapılan tahliye uyarılarına dayandırıyor. Bu uyarıları genellikle cep telefonlarına kısa mesaj yollayarak yaparlar ama Gazze'de insanların şarjlarının bittiğini düşünerek, az sonra bomba bırakacak savaş uçaklarıyla tahliye broşürleri atıyorlar. Korkunç yoğun bir bombardımana verilen kısacık bir arada gökten bomba değil kağıt yağdırıyorlar. Bir tanesini yakalıyorsunuz. Üzerinde "güvenliğiniz için evinizi terk edin ve bulunduğunuz yerden güvenli bölgeye gidin" yazıyor. Kulağa düşünceli bir davranış gibi geliyor değil mi? Sanki insanların hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlarmış gibi geliyor.
Biz bu tahliye uyarılarını tek tek topladık ve savaş tarihinin en kapsamlı nüfus transferi politikasını hayata geçirmek için kullanıldıklarını göstermeyi başardık. Gazze'de yaşayanların büyük çoğunluğu evlerini terk etmek zorunda kaldı. Çoğu en az 10 kez yer değiştirdi. Soykırımın en etkili aracı yerinden etmedir. Dolayısıyla insani gibi görünen bir önlem aslında soykırımın çok ciddi bir parçası olan bir silah olabilir...
I:E.: İsrail Hamas'ın 7 ekim saldırılarını, etnik temizlik projesinin bir başka aşaması için fırsata dönüştürmüş gibi görünüyor. Ne dersiniz?
E.W.: Bildiğiniz gibi her ordunun farklı senaryolar için çizilmiş planları bulunur. 7 Ekim tarzı bir kıvılcıma ihtiyaç duyan bir plan olduğuna inanıyorum. İsrailli sivillere karşı savaş suçlarının işlendiği 7 Ekim saldırısı İsrail ordusuna bu tür bir fırsat verdi. Filistinlileri Gazze'den Mısır'a sürmek gibi aşırı şiddet içeren bir projeye girmek için meşruiyet sağladı.
İsrail daha 1948’de Filistinlileri Mısır'a sürmek istemişti. Bunu başaramadılar. Mısır ordusu sonradan Gazze Şeridi’ne dönüşen kıyı şeridinin küçük bir bölümünü savundu. Gazze Şeridi şu anda sadece mülteciler için bir bölge. 1948'den önce Filistin'in bir parçası değildi. Bir mülteci kampı, Filistinli mülteciler için bir toplama kampı olarak da düşünebilirsiniz.
İsrail Gazze’yi işgal ettiği dönem boyunca da Filistinlileri Mısır’a sürmeyi denemişti. 7 Ekim buna olanak verdi. Tahliye uyarılarını kullanarak nüfus transferini hayata geçirmeyi denediler. Herkese Mısır sınırına gitmelerini söylediler. Ama Mısırlılar sınır kapısını kapalı tuttu. Böylece yine başarısız oldular. Filistinlileri kovmayı başaramadılar. Şimdi onları Gazze Şeridi’nin bir bölümünde, güneydeki kum tepelerinde, El Mavasi denilen bölgeye sıkıştırıyorlar.
Biliyorsunuz soykırım planları açıkça yazılmaz. Soykırım suçu işlerken pekala cezalandırılabileceğinizin farkındasınızdır. İsraillilerin ise son derece dikkatsiz olduğunu söyleyebilirsiniz. Öyle değil mi? Hem politikacılar açıkça söylüyorlar hem de askerler işledikleri savaş suçlarını, yaptıkları zulmü ve katliamları sosyal medya sayfalarında paylaşıyorlar. Hatta Tinder’daki İsrail askerleri partner bulma umuduyla cinsel güçlerinin bir işareti olarak savaş suçu işlerken çekilmiş fotoğraflarını koyuyorlar. Yani soykırımın cinselleştirildiği çok çirkin bir biçimi de var. Buna mukabil askeri bürokraside bazı şeyleri saklamaya çalışıyorlar, daha üstü kapalı bir şekilde söyleniyor. ama tarihe, tarihsel örüntüye baktığınız zaman İsrail’in daima Filistinlileri ya sürerek ya aç bırakarak ya da öldürerek o bölgeden temizlemeye çalıştığını görüyorsunuz. Bunun tarihsel sürekliliğini açıkça görebiliyorsunuz.
I. E.: Bu kadar büyük bir yıkımdan sonra Gazze yeniden yaşanabilir bir yer olabilecek mi? Gazze’nin geleceğine dair ne söyleyebilirsiniz?
E. W.: Her şeyden önce Gazze’nin maruz kaldığı yıkımın seviyesini anlamanız gerekiyor. Ben buna “yeri yerinden sökme” (ungrounding) diyorum. Bazen, bir deprem sonrası olduğu gibi binaları yıkabilirsiniz ve yıkılan binaların olduğu yerde bina yığınları olur. Ama Gazze’de buldozerler kepçelerini toprağın altına vuruyorlar. Toprağı tamamen alt üst ediyorlar. Üzerindeki her şeyi yok edip bölgeyi yeniden çöle dönüştürüyorlar; “Tabula Rasa”ya… Yeniden kolonileştirmek üzere, pislik gibi gördükleri Filistinlilerin yaşamından arındırılmış, İncil’den çıkma saf, bakir topraklara...
"Sadece yerin üstünde değil, yerin altında da çok büyük bir yıkımla karşı karşıyayız"
Yıkım toprak altına da uzandı. Hamas'ın tüneller ağı olduğunu biliyorsunuz. İsrail bazılarını keşfetti ve içlerine deniz suyunu bastılar. Bu akiferleri tuzlandırıyor. Tarımda kullanmak mümkün olmayacak bu kadar tuzlu suyu. Atılan bombalar toprağın altında patlıyor. Toprağın üst tabakasında kalan çok fazla kimyasal madde var. Yani sadece yüzeyde değil, yerin altında, derinlere inen bir yıkımla karşı karşıyayız. dolayısıyla yeniden inşa etmek çok çok çok uzun ve sancılı bir süreç olacak. Çünkü sadece üzerindeki binaları değil toprağı da yeniden inşa etmek gerekecek.
I. E: İsrail toplumunda bu yıkım ve soykırıma karşı çıkan yok mu?
E.W.: İsrail'in Gazze'deki soykırımına ve savaş suçlarına karşı çıkan ve bu yerleşim projesini durdurmak isteyen küçük bir grup var. Ama bu çok küçük ve etkisiz bir grup. İsrailliler çok ama çok sağa kaydilar. 7 Ekim'den sonra kendilerini solcu olarak görenler bile bunu yapmaya başladı. Gazze’nin etrafındaki Yahudi yerleşimlerinin kibbutz’lar olduğunu anlamanız gerekiyor. Kibbutz hareketi geleneksel olarak siyonist solun bir parçasıdır. Yani sömürgecilik karşıtı değiller, hala siyonistler ama sola meyilliler
Bence şu anda dünya genelindeki genç Yahudi seslerine kulak vermek daha ilginç. Batı’da, İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da tarihi okuyup anlayan ve Siyonist projenin bir parçası olmayı reddeden, ebeveynlerinden farklı bir kuşak var. Yahudi üniversite öğrencileri. Ve bu sesler, barış için Yahudi sesleri, Filistinlilerle dayanışma içinde çalışan bütün bu örgütler, hayal edilebilecek bir geleceğin etrafındaki temellerdir.
I.E: Şu anda çok güncel olan bir başka projeniz de, Suriye’de, Şam yakınlarındaki Sednaya Cezaevi ile ilgili. Anlatır mısınız?
E.W.: Şam’a 40 km mesafede, Esad rejiminin en kötü şöhretli hapishanesinden kurtulan 5 kişi Türkiye’ye geldi. Burada hikayelerini anlatmak için bizden ve Uluslararası Af Örgütü’nden yardım istediler. Fakat sorun şuydu ki, Sednaya’ya gözleri bağlanmış şekilde götürülmüşlerdi. Binanın girişini, koridorları hiç görmemişlerdi. Tutuldukları hücreler zifiri karanlıktı. Binayı esas olarak sesler aracılığı ile deneyimlemişlerdi. Ses analisti arkadaşımız Lawrence Abu Hamdan’la beraber bu beş hayatta kalanla mülakatlar yaptık.
Hafızalarındakilerle, ayak adımlarının sayısını, kapıların açılıp kapanmasını yeniden oluşturmaya, tamamen sesler üzerinden binanın mimarisini ve orada neler olduğunu tahmin etmeye çalıştık ve bir modele ulaşmayı başardık. Mahkumların içinde yaşayabilecekleri, içinde olabilecekleri ve bize orada neler olduğunu, yaşadıkları korkunç işkence, dayak, açlık ve soğukla ilgili deneyimlerimi anlatabilecekleri bir model.
"Bazen hafıza fotoğraflardan daha doğru sonuç verir"
8 Aralık’ta hapishanedekiler özgürlüklerine kavuştuğunda o kadar şaşırdık ki. Gözlerimize inanamadık. bir gün oranın özgürleşeceğini hayal bile edemezdik. İnsanlar hemen bize sormaya başladı. Sednaya'nın modelini gönderin, hala saklı kalmış mahkumları arıyoruz, diyorlardı. Bu talebi yerine getirmekte tereddüt ettik. Çünkü tamamen hafızaya dayanarak oluşturduğumuzu biliyorduk. İnsanların yüzde 100 güvenmemeleri gerektiğini, yanıltıcı olabileceğini düşünüyorduk ama sonunda modelimizi açık kaynak olarak yayınlamaya karar verdik.
Ve birden modelin aslının neredeyse birebir aynısı olduğunu fark ettik. Bazen mahkumların hafızası en küçük ayrıntıyı dahi kaydedebiliyor. Konuştuğumuz hayatta kalanlardan biri yerdeki karoları saymıştı. O sayı ile hücrenin büyüklüğünü bilebildik. Bir diğeri, açılıp kapanan kapıların sesleriyle bulduğu sayısını söyledi. Kaç hücre olduğunu anladık. Boyutları hücre sayısıyla çarptığımızda hapishanenin bir kanadını modellemeyi başardık. Bu sayede hayatta kalanların hafızasını takdir etmeyi öğrendik. bazen hafıza fotoğraflardan daha doğru sonuç verir.
I:E: Ve son olarak dünyanın dört bir yanındaki devlet şiddeti ve insan hakları ihlallerini araştırmak üzere mimarlığı dönüştüren mimar Eyal Weizman'a, size mimarlık üzerine düşüncelerinizi sormak isterim.
E. W.: Mimarlık denildiğinde aklımıza ofis, ev ya da sokak vb. tasarlayan insanlar gelir. Ancak mimarlik Aynı zamanda dünyayı çok özgün bir şekilde okumanızı sağlayan bir müktesebat ve teknikler bütünüdür. Çünkü siyaset binalarda biter. Binalar politiktir. Şehirler politiktir. Bunu nasıl yaptıklarını öğrenmeniz ve görmeniz gerekir. Bazen mimarlık bizim için optik bir cihaz gibidir. Mimarî modeller inşa ediyoruz ve bununla bir sokak köşesinde işlenen bir suçu, Tahir Elçi vakasında olduğu gibi Sur'u ikiye ayıran bir ara sokaktaki cinayeti çözebiliriz. Bazen bir hapishaneyi mimarisi üzerinden soruşturabilir, bazen de bütün bir şehre bakabilirsiniz.
Mimari, dünyayı analiz etmek ve yorumlamak için son derece güçlü bir çerçevedir. Bizimkisi, sadece güzel görünen mekânlardan ibaret olmadığını, aynı zamanda adalet ve hesap verebilirlik arayışını da kapsadığını söylemek için mimarlığa yaptığımız küçük bir katkıdır.