Bazı şeylerin değerini gerçekten yitirdikten sonra anlıyoruz. “Burası çokomelli” diyor diyerek alay, yetmedi arka kapıdan 128 milyar dolar satmakla itham, görevden af talebini Instagram’dan yayınladı diye şüphe, kalıcı yaz saati uygulaması içinse beddua ettiler. Oysa, şimdi çok iyi anlaşılıyor ki, bütün bu kararlarında, özellikle de şu saat meselesinde bir keramet varmış.
“Güneşi üzerine doğdurma” sözünü ben yeni öğrendim, gördüğünüz gibi, insan emekli olduğunda bile öğrenmeye devam ediyor. Ama beyefendi sağ olsun, artık hava hiç aydınlanmadığı için öğlene kadar uyuyan gececiler hariç işe ya da okula giden kimse güneşi görmüyor. Herhangi birinin üzerine doğmak güneşin haddi değil artık. Bu sözü öğrendiğimden beri, büyük devlet adamlığının ne olduğunu daha iyi idrak ediyorum. Mirası bile bizi günaha girmekten mecburen alıkoyuyor.
Trump’ın seçimi kazanmasıyla birlikte bu stratejik aklın da devlette kendine yeniden bir yer bulabileceğine yönelik iddialar var. Bakmayın birkaç aklı kıt adamın o gelirse güven kaybolur, Mehmet Şimşek’in bütün çabası boşa düşer, piyasalar allak bullak olur demesine…Güler Sabancı’dan iyi bilecek halleri mi var?
Bütün dünyanın aksine biz sabahları geceye uyanıyoruz. Bunun psikolojik etkileri mutlaka vardır. Geçenlerde gördüğüm bir araştırmaya göre, en sinirli ülkeler sıralamasında başı çekiyormuşuz. Hiç kimse bizim bu listelerde aşağılara düşmemizi beklemesin. Bu listeler dediysem, yok basın özgürlüğü, yok mutluluk, yok gelişmişlik düzeyi, hukuk devleti endeksi falan değil. Adamın asabını bozmayın.
İşte bu duygularla kahvaltıdan sonra yazıya oturmaya hazırlanıyordum ki bir anda bizim patronun sosyal medyada yayınlanan bir mesajını gördüm. Şimdi bizim patrona biraz bozuğum aslında, hadi gazetesinde yazmaya başlamamı ısrarla görmezden geliyor, bugüne kadar bir kahve içmeye bile davet etmedi, ama banka emeklisi olarak köşeme çekilmek yerine bu yaşta gazeteciliğe başlamışım, bunun da mı bir değeri yok?
Patronun “biz pusu kültüründen gelmiyoruz” diye biten mesajını okuyunca heyecanlanmadım desem yalan olur. Böyle yüksek perdeden meydan okuyuşları, ben meydan okumak zorunda kalmadığım müddetçe hep sevmişimdir.
Patronun çektiği mesajın muhatabının kim olduğunu anlamak için haber sitelerine göz atarken bir de ne göreyim; meğer kostaklandığımız “devlet aklı” imiş. Salonda ansızın Chopin çalmaya başladı, Sinan Ateş’in silueti belirdi; derken, makam odasında ağırlananlar bir resmigeçit yaptılar, hadleri bildirilen, sokak ortasında linç edilen gazetecilere geldi sıra.
Benim halimi bir gözünüzün önüne getirin: Hep bir gazetede köşe yazmak istemişsiniz, senelerce mümkün olmamış, emekli olunca tesadüfen böyle bir fırsat çıkmış ve daha ayı dolmadan “isimlerinizi not alıyoruz, tenhada özür dilemeniz kabul edilmeyecek, burnunuzdan fitil fitil getireceğiz” gibi sözlere muhatap oluyorsunuz. Hadi ben neyse de Narin var, eczane açık, biri girse bir şey yapsa, insanın aklına sayısız ihtimal geliyor. “Tehdit altındayız, artık eczaneye gitme” diyemem, evdeki huzurumuz tümden kaçar. Bir an, Erdoğan Demirören gibi “ya patron ben nereden girdim bu işe?” diye ağlayarak telefon açmak geçtiyse de içimden, düello kültüründen geldiğim için derhal vazgeçtim.
Birkaç saat sonra, Narin aradı. Endişeliydi. “Halk TV’ye tehdit” haberini televizyonda görmüş. Sakin olmasını söyledim, neler olduğunu, muhtemelen işin bize kadar ulaşmayacağını, esas İsmail Saymaz’ın endişe etmesi gerektiğini anlattım. İkna oldu gibi. Ama nedense hat sürekli gidip geliyordu, cızırtılıydı. Gazeteci olduğum için telefonlarım mı dinleniyor diye düşünmeden edemedim tabii ki.
Akşam Narin eve gelir gelmez çantasından mermiye benzer açık renk bir şey çıkardı. Rengim benzim attı. Ben meşhur gazeteciler varken bize sıra gelmez diyordum ama anlaşılan ayrım yapmaksızın herkese mesajı iletmişlerdi. Dükkânı bulmuşlar, sevgili eşime mafya zagonuyla mesajı bırakmışlardı.
Gazeteciliği bırakmaya karar verdim. “Al işte getirdim,” dedi. Anlamaz gözlerle bakıp bir heykel gibi karşısında tepkisiz durunca mermileri almam için ısrar etti. Çaresiz, uzandım, aldım. Ne olduğu sonra anlaşıldı. Ben hararetle olayları anlatırken hat kötü olduğu için yer yer kesilmiş.
Ben “fitil fitil burnunuzdan getireceğim” demiştim ama Narin “gelirken fitil getirsene” diye anlamış. Getirdiği de mermi falan değil, bildiğin fitil. Gevşemenin verdiği rahatlıkla başladım gülmeye.
Ben bu fitili ne yapayım?