Kendi mesleği insana dünyanın en yoğun ve en zor işi gözükür. Bankacıyken bankacılık bana işlerin en stresli ve yoğunu gibi gelirdi, ama kapıdan girince Narin’den eczacılığın bankacalığa nazaran ne kadar stresli ve yoğun olduğunu dinlerdim. Haber240’ta yazmaya başladığımdan beri gazete yazarlığının en yoğun, en zor, en stresli, en bunaltıcı iş olduğunu anladım.
Bir kere, çok külfetli bir iş. Biraz da mazoşist olmanız gerekiyor. Eziyet çekmeye gönüllü olacak, hatta bu eziyetten zevk alacaksınız. Günümün bir bölümü gündemi takip etmek adı altında ne kadar cahil varsa onları okumak ve pespaye fikirlerini dinlemekle geçiyor. İlgiyi daha çok çekebilmek için birbirleriyle rekabet halinde olduklarından sürekli el artırıyorlar. Bunlardan biri, geçen hafta, Halep’ten Şam’a plaka dağıtıyordu canlı yayında. Yorum diye bu zırvalıklara katlanmak gerçekten beter bir şey. Yazık ki elden bir şey gelmiyor.
İkincisi, konuşmaktan okumaya fırsat bulamayan bu adamlar yüzünden daha değerli işler yapmaya zaman kalmıyor. Ne kitap okuyabiliyor, ne rahatça maç izleyebiliyor ne de Narin’le sinemaya gidebiliyorum. Yemekte bile haberleri açıyoruz, sanki gün boyu her şeyi takip eden ben değilmişim gibi.
Üçüncüsü ve en önemlisine geleyim, haberler o kadar kötü ki insanın asabı bozuluyor, tarumar oluyor. Bunun yanında bankacılık ya da -Narin duymasın- eczacılık nedir allaşkına? Bilmediklerimi merak ederken bildiklerim de sinirlerimi yıpratıyor. Anladım ki, bizim gibi ülkelerde gazetecilik çekilecek dert değilmiş.
Amerika Başkanlığı’na yeniden seçildiği haberi duyulunca bizim iktidar cenahının sevinçten havalara uçtuğu Trump’ın yayınladığı mesajı gördüm: “Rehineler eğer 20 Ocak 2025'ten, yani ABD Başkanı olarak gururla görevi üstleneceğim tarihten önce serbest bırakılmazsa Ortadoğu’da ve insanlığa karşı bu vahşeti işleyen sorumlular ağır bir bedel ödeyecek.” Trump kazandı diye çılgınlar gibi sevinenler de, başkasının şehirlerine plaka dağıtanlar da, lafta Filistin ve Gazze deyip Trump’ın bu mesajlarını görmezden gelenler de hep aynı isimler. Üstelik bunlar muteber addedilen adamlar; her gün ekranlarda, ellerinde bir değnek, dünyadaki gelişmeleri yorumluyorlar.
TRT World’ün bir toplantısı varmış. Ben tabii davetli değildim. Zaten bu tarz toplantıların hiçbirine davet etmiyorlar. İleride ederler mi acaba? Bir yerlere davet edilmek gazeteciliğin şanındandır, bunca eziyete katlanıyorum, karşılığında küçük de olsa bir jest görsem çok mu? Neyse, alınganlığa lüzum yok, geçen hafta yazmama rağmen daha patron bile kahveye davet etmedi beni.
İşte TRT World’ün bu toplantısında İsrail’le ticarete devam eden Azerbaycan’ın petrol devi şirketi SOCAR’ın yetkilisi de konuşmacıymış. Nasıl olduysa o toplantıya girebilen bir genç, Gazze’deki yaşananlara dair SOCAR’ın yetkilisini protesto eden bir döviz -pankart anlamında, diğeri bulunmuyor- kaldırmış. Tabii apar topar susturulmuş. Korku gibi cesaret de bulaşıcıdır, gözaltına alanın sözünü bir başka genç tamamlamış, aynı akıbete uğrayınca, onunkini bir başkası… Böylece, o toplantıya katılan dokuz kişi gözaltına alınmış. Sonra da tutuklanmışlar.
Haberlere yansıyanlara göre, savcının ifadelerini almadan dosya üzerinden doğrudan mahkemeye sevk ettiği bu gençlerin “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten ceza almasına hakimin vicdanı elvermemiş. Zira, gençlerin avukatının da belirttiği üzere, protestonun muhatabı esasen SOCAR’ın yetkilisi. Tutuklanma gerekçeleri olarak ise “ihtara rağmen dağılmamak” ve “kanunsuz gösteri” gösterilmiş. Benim gördüğüm görüntülerde ihtar yok, ayrıca gençlerin dağılmama şansları da yok çünkü korumalar derhal bu kişilerin yanlarında bitiyorlar.
İfade özgürlüğüymüş, anayasal haklarmış, hepsi hikâye. Hakikat ise önümüzde. Protesto mu ettin, yallah mapusa.
Şu çocukların hakkını savunmak yerine canlı yayında plaka dağıtan insanlarla meslektaş sayılmak gerçekten ağrıma gidiyor. O köşe sana her yalanı tevil edesin, o ekran sana plaka dağıtasın diye mi açıldı?
Bankacılığa mı dönsem, tası tarağı satıp bilinmedik bir yerlere mi göçsem, bilemiyorum. Ama hiçbiri bu ortamda gazetecilik yapmaktan stresli ve bunaltıcı değildir. Bundan eminim. Bir ay oldu ama şimdiden çok yoruldum.
Yavuz Değirmenci’ye ve ismini bilmediğim okurlarıma not: Çeşitli ortamlarda beni soruyormuşsunuz. Kulağıma geliyor. Değerli dostum Bengü Şap Babaeker ısrarlı sorularınızdan illallah ettiği için “evet, o aslında bankacı değil,” bile demek zorunda kalmış. Önemli değil. Adım belli, sanım belli: Suat Özdeş, emekli bankacı, Haber240’ta muvazzaf gazeteci. Artık twitter hesabım bile var. Seviyorsan git konuş, derler ya, siz de merak ediyorsanız buyurun yazın. Gazeteciliğimin ikinci ayına girerken şöyle fiyakalı bir açılışa ya da galaya davet edilirsem, siz de oradaysanız şayet, zaten görüşürüz.