ÇIK ELİMDEN, KORKUNÇ LEKE ÇIK DİYORUM SANA!

Canım okur, yaz boyunca ısrarla üreme hakları, üreme politikaları, cinsel sağlık konuları hakkında sayfalarca yazdım. Sadece sizin okumanızın yetmeyeceğini bilsem de yazdım. Çünkü nerede ve nasıl yazdığınıza bağlı olarak okurunuzun da şekillendiği mecralarda çoğu kez kendi kendimize konuştuğumuzu düşünmüyor değilim. Gene de bir açık bulsak da tepesine çöksek diye okuyanların da sayısı az değildir diye düşünüp asıl ricamı onlara yapıyorum; lütfen yazdıklarımı daha iyi okuyun ve anlayın ki bize anlatılanlardan kuşku duyup, soru sorabilin. Toplum sağlığını ilgilendiren konuların siyasi görüşlerden, inançlardan, cinsel tercihlerden bağımsız olduğunu pandemi gerçeğiyle öğrendik varsayıyorum. Öğrenemedik mi yoksa?

Söze böyle başlayınca yazımın devamında tiyatro bulamayacağınızı sanıyorsunuz ama hikâyenin omurgasında biraz Medea, biraz Macbeth var sanki. Belki çocukları her gün öldürülen topraklarda hakkını soran, adalet arayan Hekabe’ler de vardır. Nihayetinde ‘‘Bütün dünya bir sahnedir. Ve bütün kadınlar ve erkekler sadece birer oyuncu, girerler ve çıkarlar.’’

Evet burası öldürülmekle bitmeyen çocuklar diyarı Türkiye! HIV pozitif çocuklar var bu ülkede. Cinsel istismarın ortaya çıkması için çocuğunun AİDS’ten ölmesini bekleyen, susan aileler var. Devlet tarafından görmezden gelinen, derin yoksulluk sebebiyle beslenemediği için bodur kalan çocuklar, tip I şeker hastası olup, günde 10-15 kez parmakları delinen çocuklar var. İntihar eğilimli çocuklar, uyuşturucu tehdidi altındaki çocuklar, okuyamayan, dilendirilen, çalıştırılan çocuklar var. Her gün en az bir ikisiyle karşılaşıp görmemeye çalıştığımız binlerce çocuk. Normalleşen korkunç ölümler; yenidoğandan, iki yaşına, beş yaşından on beş yaşına, göllerde, dere yataklarında, sur diplerinde, ormanda her yerde çocuk ölüleri var.

Ağacını, hayvanını, çocuğunu koruyamayan yetişkinler olarak konumuz çok. Yıllardır sadece konuşup, kavga edip, eyleme geçemeyen hepimizin sorumlu olduğu yığınla ve kocaman sorunlarımız var. Doğru tespitlerle, niyeti olanlara çözüm önermek bu köşeden yazarak mümkün ama icraatı iktidardan ve iktidara talip olanlardan beklemekten de fena halde sıkıldık. Eylem değil, eğleme bakanlıklarıyla yıllardır bekleyeneler arasında yüzbinbirmilyonuncu vatandaş olmaktan yıldık. Herkesi kendi standardına göre yoksullaştırmayı başaran iktidar, sorunlar karşısında asla sorumluluk almayarak, en iyi savunma saldırıdır mottosuyla muhalefeti ya da halkı suçluyor. Distopyaya konu olacak kadar tersine olmazlıkların normalleştiği bir ülkedeyiz.

Bugün ‘‘Bana yoksulluğun resmini yapabilir misin Abidin?’’ diye sorsa Nazım, belki de Abidin Dino, İzmir’de, 1,2,3,4 ve 5 yaşlarında, 5 kardeşin yangında öldüğü o evi anlatırdı.

Açlığın olduğu, çocukların öldüğü yerde ‘ahlaktan’ konuşmak olsa olsa ahlak fukaralığıdır. Soyadı bile fakirlikle ters köşe vekilin dediği gibi her şey ekonomik olmayabilir mi? Sıcak bir evde, karnı tok, çocuklarıyla mutlu politikacılar topluma ahlak dersi verebilir mi? Beş küçük çocuğun ölümüyle sonuçlanan olaylar zincirinde faturanın anne ve babanın yaşam tarzına kesilmesi epey kestirme, ilk akla gelen ve ucuz bir kaçış planı değil mi? Mesela devlet tarafından 18 kez o eve gidildiğinin söylenmesi tam bir fiyasko değil de nedir? Bunca ziyaret sonrası o evde sorunların ekonomiden de öte olduğunu bilerek çocukları oradan çıkaramamış olmak suç değilse bile ağır ihmaldir. Ölünce görünür olan çocuklara beş yeni isim daha ekledik bravo hepimize.

Bu haberle birlikte sadece ölen çocukları değil, mesleki duyarlılıkla 5 yıldır durmaksızın hamile kalmış o kadını da düşündüm. Her 9 ayın sonunda memesine eklenen yeni bir bebek, çocuk yapma makinesine dönmüş genç bir kadın. Bu ve benzer durumdaki annelerin yaşadıklarının asıl sorumlusu ‘‘en az üç çocuk’’ diye ortalara düşen iktidarın, doğan çocuklar hakkında hiçbir planlama yapmaması, beslenmesinden, sağlığa ulaşımına, eğitiminden, istihdamına ‘‘Allah rızkını verir’’ anlayışıyla devleti yönetmesidir. Suça meyilli, madde kullanımı olduğu ima edilen bir eve devlet 18 kez gidiyor, bunu biliyor ve ne kadına yeterli sağlık hizmeti verebiliyor ne çocuklarına bakım imkânı. Oysa yaz boyunca yazdıklarıma dönüp bakarsanız, bunların yaşandığı ve daha da bitmeyeceği apaçık ortada. Devlet mekanizmasının ya da eril iktidarın üreme politikaları hakkında karar verici tavrı, kadın bedeni üzerinde bitmeyen yönetme hırsı, büyük şehirlerin kırsala dönmüş mahallerinden birinde 5 çocuğu da yakar, sokakta çocuk da dilendirir, atölyelerde çocuk işçi de çalıştırır.

Doğum kontrol yöntemlerini anlatmayan, uygulamayan, ücretsiz ulaşımına olanak vermeyen politikalardan en fazla etkilenen kesim yoksul ve eğitimsiz kadınlardır. En mağdur olanlar da onların çocuklarıdır. Korunma yöntemlerinden mahrum bırakılan kadınlar kürtaj hakkının yasal olmasına rağmen, iktidarın fiilen devlet ve üniversite hastanelerinde bu uygulamayı yapmamasından dolayı mağdur edilmeye devam ediliyor. Kürtaj hakkına ücretsiz olarak ulaşamayan kadınlar ya büyük paralara özel kliniklerde ya da ucuza, hijyenden uzak yerlerde, hayati risk alarak istenmeyen gebeliklerini sonlandırmaktalar. Bu imkana sahip olmayan kadınlarsa doğuma zorlanmaktalar. Malum çok sayıda doğum da kadının hayatını tehdit ediyor. Kadını her şekilde feda eden toplum onlardan doğan bebeklere de pek insaflı davranmıyor. Ölen beş çocuğun dünyadan hangi şartlar sebebiyle göçüp gittiğine bakalım elbette. Ama beş yıldır sürekli hamilelik yaşayan bir kadının da devletin bilerek ihmal ettiği üreme politikaları nedeniyle bu çocukları dünyaya getirdiğini unutmayalım.

Adları birbirinden güzel beş çocuk son nefeslerinde bir aradaydılar ve üşümediler. Onları ısıtan sonra da öldüren sobaları vardı; içini ferah tut iktidar, çocuklar üşümediler. Tek sorumlu onları öylece evde bırakıp, o saatte evinden çıkan anneleri ve suç işlediği için hapisteki babalarıydı, sen rahat uyu iktidar. Eğer belediyeler konserlere paralar harcayıp, insanlara biraz nefes aldırmasalardı ülke bugün bu halde olmayacaktı, okullarda çöpler toplanacak, çocuklara beslenme için sandviç dağıtılabilecekti, Milli Eğitim Bakanı sen de rahat ol. Biz yeterince rahatsızız. Masallar karnı tok çocukları uyutur, biz uykusuzuz. Çocuklar uyuya uyuya büyür, yoksul evlerinde çocuklar uyurken ölür.

İktidarda olan ve iktidarın nimetleriyle gününü gün edenler, iktidarı yerinden edemeyenler, Macbeth’in elinden asla çıkmayacak kan lekesi gibi hırsılarınızla, ihmallerinizle sebep olduğunuz ölümlerin görünmeyen izleri sizi her yerde takip etsin; uykularınızda, evlerinizde, nefesinizde, lokmanızda, kahkahanızda, dualarınızda tüm ölen masumların ‘ah’ları peşinizi hiç bırakmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi