Suriye’de olanı biteni anlama kılavuzu

Suriye, Ortadoğu’daki güç dengeleri açısından en önemli ülke konumunda. Bu nedenle de geleceğini şekillendirmede söz sahibi olmak isteyen devlet (büyük aktörler) sayısı çok. Bu devletlerin doğrudan ya da dolaylı ilişkide olduğu, cephede silah kuşanmış vekil güçleri (küçük aktörler) var.

Cepheyi anlamak için vekillerin her zaman hamilerinin kuklası gibi davranmadığını akılda tutmak gerek. Sahadaki koşullara bağlı olarak, bazen mecbur kaldıkları için rakip gruplarla taktiksel ittifaklar kurabildikleri gibi, tamamen kendi özgün ajandalarına uygun olarak destek aldıkları büyük güçlerden bağımsız adımlar da atabiliyorlar. Ayrıca büyük aktörler de vekillerde taktiksel değişikliklere gidebiliyor.

Şimdi bu aktörleri ana hatlarıyla sıralayalım:

Cephede savaşan küçük aktörler

Suriye Milli Ordusu (SMO)

Heyet Tahrir Eş Şam (HTŞ)

Suriye Demokratik Güçleri (SDG)/ YPG)

Hizbullah

İran destekli Şii milisler

IŞİD

Sahada Suriye dışında askeri varlık bulunduran ülkeler

Türkiye

Rusya

ABD

İran

Büyük aktörlerin küçük aktörlerle ilişkisi

Hizbullah ve Şii milisler Suriye ve İran’la doğrudan ilişki içinde.

SMO’yu Türkiye destekliyor.

HTŞ başka hiçbir şey değilse bile lojistik için Türkiye’ye muhtaç. ABD ve İsrail’le de dolaylı ilişki içinde.

YPG, Rusya ve Suriye ile taktiksel, ABD ile doğrudan ilişkide. İsrail’den de destek görüyor

Körfez Ülkeleri geçmişte Esad muhalifleri içinde destekledikleri gruplar vardı. Sonradan el çektiler.

Bazı sorulara yanıt vererek, Suriye’de bugün ne olup bittiğine ve bundan sonra ne olabileceğine dair fikir vermeyi umuyorum:

HTŞ’nin Halep’ten başlayan taarruzu sürpriz miydi?

Hayır. İdlib merkezli HTŞ bu çıkışa uzun süredir hazırlanıyordu. İdlib’e sınırı bulunan ve İdlib çevresinde Rusya ve İran’la yaptığı anlaşmalar çerçevesinde askeri gözlem noktaları bulunduran Türkiye elbette bu hazırlıklardan haberdardı.

Askeri gücünü Ukrayna’da yoğunlaştırsa da Suriye’nin hava sahasını kontrol eden, ülkede kritik deniz ve hava üsleri bulunduran Rusya da keza hazırlıkları izliyor, zaman zaman da Suriye ile birlikte İdlib’i bombalıyordu.

Suriye ve İran’ın da (İsrail’in de) Heyet Tahrir Eş Şam’ın İdlib’deki her hareketini izlemekte olduğunu tahmin edersiniz.

Zaten HTŞ lideri Colani* Nisan ayında, “bayramı Halep’te kutlayacağız” açıklaması yapmış, Eylül ayında ise taarruza hazır duruma geldiklerinin sinyalini vermişti.

Nitekim sonbahardan itibaren Rus medyasında HTŞ’nin Ukrayna’dan destek aldığı haberleri çıkmaya, İran medyasında ise Astana anlaşmaları doğrultusunda HTŞ’yi silahsızlandırma ve çatışmasızlık için İdlib’den dışarı çıkmasını önleme yükümlülüğü bulunan Türkiye aleyhtarı yorumlar yapılmaya başlamıştı.

6a600177-b0c3-496a-b349-e05eca9e4ab9.jpg

Sahayı yakından takip eden uzmanlar HTŞ’nin Ekim ayında Halep’e saldırı başlatmayı planladığını ancak Türkiye’nin o sırada yeşil ışık yakmadığını söylüyorlar.

Türkiye göz yummuş olabilir mi?

Peki Türkiye HTŞ’ye Ekim’de yeşil ışık yakmazken, neden Kasım sonunda göz yummuş olabilir?

Hatırlayalım, Türkiye epeydir Beşar Esad yönetimiyle ilişkileri normalleştirmek istiyordu. Rusya da tarafların uzlaşmasını destekliyor ve arabuluculuk yapıyordu.

Fakat normalleşme süreci Şam ile Ankara’nın koşullarda esnememesi nedeniyle tıkandı.

Ana hatları ile söylersek, Şam Türkiye’nin Suriye’deki askerlerini ne zaman çekeceğine dair net bir takvim ile desteklediği “küçük aktörler”in silahsızlandırılması konusunda ısrarcıydı. Ankara ise, sahadaki koşulların kendi lehine geliştiğini görerek takvim vermenin ötesinde YPG’ye karşı Fırat’ın doğusundaki askeri varlığını artırmak ve desteklediği muhalefeti Esad ile masaya oturtmak talebinden taviz vermedi.

Ukrayna cephesine yoğunlaştığı için Suriye cephesinde sükûnet isteyen Rusya’nın tarafları taviz vermeye, iyi kötü bir anlaşma sağlamaya zorladığını tahmin etmek zor değil. Ama ne Şam ne de Ankara geri atmayınca masa dağıldı ve tahminim Kremlin şu sıra iki tarafa da çok kızgın (Şam’a yeterli destek vermeyişini kısmen bununla açıklamak mümkün. Türkiye’ye karşı tepkisini ise ilerleyen günlerde anlayacağız).

Trump’ın yeniden ABD başkanı seçilmesi ve İsrail’in Hamas ile Hizbullah’a ağır darbe indirmiş olması da Türkiye ve Rusya’nın Suriye’ye dair hesaplarını etkileyen faktörler.

HTŞ-ABD ilişkisi nasıl gelişti?

Beşar Esad yönetimi, 13 yıldır ayakta kalmasını ve 27 Kasım 2024 öncesi ülkenin neredeyse yüzde 70’ini kontrol eder hale gelmesini, davet üzerine yardımına koşan Rusya ve İran’a borçlu. 2020 Mart’ında Türkiye, İran ve Rusya arasında varılan anlaşma çerçevesindeki çatışmasızlık hali HTŞ’nin askeri açıdan güçlenmesine ve “devlet yönetebilme” kapasitesi yaratmasına yaradı. Bu süreçte HTŞ, ABD için de kullanışlı bir manivela haline geldi.

ABD 2015’te El Kaide bağlantısı nedeniyle HTŞ’yi ( o zamanki adıyla El Nusra Cephesi) terör örgütü ilan etmişti. 2017’de ise lideri Colani’nin gerçek kimliği ile yerini bildireceklere 10 milyon dolara ödül vereceğini duyurdu. Hatırlayım ABD bu dönemde IŞİD’le mücadele için Suriye’ye asker göndermiş ve yine aynı gerekçe ile YPG ile işbirliği yaparak Fırat’ın doğusuna yerleşmişti.

Colani 2017’de terörist ilan edilir edilmez, El Kaide ile bağını kestiğini duyurdu. Örgütün adını da HTŞ olarak değiştirdi. Batı’ya ve İsrail’e tehdit olmadıklarını, sadece Esad’ı devirmekle ilgilendiklerini çeşitli kanallarla iletmeye başladı.

HTŞ ve Colani ABD’nin gözüne girmeyi ise nihayet 2021’de başardı. Colani önce cüppe ve sarığını çıkarıp gömlek ceket giyerek ABD’nin saygın medya kuruluşu PBS’e mülakat verdi. İki ay sonra da Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey Colani ile mülakat yapan muhabirin sorularını yanıtladı ve HTŞ için “İdlib’deki çeşitli seçenekler arasında en az kötü seçenek onlar. Ve İdlib şu anda (ABD için) Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden Suriye’deki en önemli yerlerden biri” dedi. **

HTŞ 2022’de Rusya’nın Ukrayna işgali ardından ABD için Moskova’ya karşı da iyi bir koz haline geldi. HTŞ şimdi de İsrail’in “bekası” perspektifinden ABD için bulunmaz nimet.

Şöyle ki:

ABD’nin Obama döneminden beri Çin’le rekabete odaklanmak üzere, Ortadoğu’daki çıkarlarını -selametinden iyice emin olduktan sonra- İsrail’e emanet edip bölgeden çıkmak istediğini biliyoruz. Trump da zaten ilk döneminde Körfez ülkeleri ile İsrail’i İran’a karşı müttefik kılacak -Filistin sorununu da özgürlük yerine para ile çözecek- İbrahim anlaşmaları üzerinden sağlam bir altyapı hazırlamıştı.

İsrail de 7 Ekim’i*** fırsat bildi; -ABD’nin desteği ile- en büyük düşmanı İran’ın kolunu (Hizbullah) ve kanadını (Hamas) kırdı. Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye’ye düzenlediği suikastle de İran’daki rejimin kalbine hançerlemeye epey yaklaştığını gösterdi.

Biden yönetimi de bu arada bir yandan HTŞ’nin palazlanmasına destek verip bir yandan da alternatif bir senaryo üzerinde çalışıyor ve Beşar Esad ile dolaylı pazarlık yürütüyordu. Masaya koyduğu teklif, ABD askerlerini çekmeden önce Şam’ın YPG ile anlaşması ve Tahran’la arasına mesafe koyup Hizbullah’a silah akışını kesmesi karşılığında, ekonomik ambargoların ve diplomatik tecridin kaldırılmasıydı.

Arabuluculuk ve garantörlük rolünü de 13 yıl aradan sonra yılbaşında Şam’a büyükelçi gönderen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) üstlenmişti. Hatırlayalım Suudi Arabistan (SA), BAE ve Mısır’ın öneri ve rızasıyla Suriye 2023 baharında Arap Birliği’ne de geri döndü. Körfez ülkeleri diplomatik tecridi kaldırarak ve çöken ekonomisini ayağa kaldırarak Esad’ı İran’ın “pençesi”nden kurtarmayı hedefliyordu. Söylenen o ki, Esad İran olmdan silahlı muhaliflerin tıpkı bugün yaptıkları gibi Şam’a yürümeyeceklerinden emin olamadı ve istediği güvenceyi alamayınca teklifi geri çevirdi. Fakat bu arada ikili oynuyor gibi göründüğü için İran’ı da sinirlendirdi.

Son gelişmeler ışığında Beşar Esad’ın akıbeti ne olacak?

Şu anda Beşar Esad herkesi ama herkesi -Türkiye, Rusya, ABD, İran, İsrail ve Körfez ülkeleri- kızdırmış bezdirmiş görünüyor. HTŞ’nin göz göre göre Halep’i almasını biraz da bu arka plan bilgisiyle değerlendirmek lazım. Fakat ölümü gösterip sıtmaya razı edelim derken hastayı gerçekten kaybedebilirler, zira atı alan Halep, Hama, Humus’u da geçip Şam kapısına dayandı.

Bana kalırsa bu hafta sonu (7-8 Aralık) Esad’ın akıbeti açısından kritik. Türkiye-Rusya-İran Dışişleri Bakanları Katar’da bir araya gelecek. Trump ile Putin / Beyaz Saray ile Kremlin Ukrayna’yı da kapsayan pazarlıklara başlamış olmalılar. İran’ın bile Avrupa üzerinden ABD ile bir uzlaşma arayışına girdiğini düşünüyorum. Bahsettiğim büyük aktörlerden hiçbirinin henüz Esad’ı tamamen gözden çıkardığını ise düşünmüyorum. Çünkü Esad giderse açtıkları pandora kutusu kolay kolay kapanmaz (Afganistan deneyiminden ders alındığını varsayıyorum).

Fakat ok da yaydan çıktı bir kere….

Bir an önce uzlaşma olmaz, ok hedefini bulursa Suriye devleti çöker. Ve korkarım “bir devlet çökerken, yalnızca o ülke değil, çevresindeki komşuları da bu çöküşün altında kalır”****

*Colani yanlış telaffuz aslında. Amerikalılar böyle okuyor. Doğum yeri İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’ne atıfla Golani (Golanlı Muhammed) takma adını kullanmaktaydı. Halep’ten sonra Hama’yı da alınca yayınladığı mesajda ilk kez gerçek adını kullandı: “Ahmet Hüseyin El Şar”. Bu da kod adı arkasına gizlenme ihtiyacı duymadan Suriye’ye liderlik etmeye hazırım mesajı olarak yorumlandı.

** Jeffrey Colani’nin Türkiye ve İsrail’in çıkarları açısından da kullanışlı olduğuna değiniyor. PBS mülakatının tamamı için bkz: https://www.pbs.org/wgbh/frontline/interview/james-jeffrey/

*** Hamas İİsrail’in BAE’den sonra SA ile de ilişkilerini normalleştirmek üzere olduğu bir sırada 7 Ekim saldırısını düzenledi.

**** Bu ifadeyi Prof. Evren Balta’nın “Çöken devletlerin gölgesinde herkes kaybeder” başlıklı yazısından alıntıladım: https://t24.com.tr/yazarlar/evren-balta/coken-devletlerin-golgesinde-herkes-kaybeder,47477

Önceki ve Sonraki Yazılar
Işın Eliçin Arşivi