FATİH YAŞLI İLE ÜÇ SORU ÜÇ CEVAP

Belediyelere topyekun saldırının arkasında ne var?

SORU: İktidar kayyum atamaları, belediye harcamalarına soruşturma, borçlar için haciz ve en son da kreş yasağı ile muhalif belediyeleri kıskaca almış gibi görünüyor. Bu topyekun kuşatmanın kısa ve uzun vadeli amaçları konusunda farklı görüşler var ancak öne çıkan yorumlar seçim hazırlıklarının başladığı ve CHP'li belediyeleri çalışamaz hale getirme taktiği. AKP-MHP ortaklığı açısından bu hedef gerçekçi mi, yoksa muhalefete oy veren seçmende bir tepkiye mi yol açar?

Siyasal İslam’ın iktidara yürüyüşünde belediyeler tarihsel bir rol oynamış, Milli Görüş bölünüp içerisinden AKP çıktığında da İslamcılar belediye seçimlerini kazanmaya ve belediyeleri yönetmeye devam etmişti. Türkiye’de hem iktisadi rant dağıtım şebekesinin hem de sosyal yardımlar aracılığıyla en yoksul kesimlere ulaşmanın en önemli ayaklarından birini oluşturan belediyeler AKP’nin rejim inşasına ciddi finansman sağladığı gibi yoksulları kemikleşmiş oy deposu haline getirmişti. Bu açıdan 2019 seçimlerinde alınan yenilgi AKP açısından travmatik bir nitelik taşımaktaydı, çünkü rant dağıtımının ve yoksullara ulaşmanın bir ayağı kopmuştu, İstanbul seçimlerinin hukuksuz bir şekilde iptali de bununla ilgiliydi. 31 Mart seçimleri ise bu travmayı çok daha derinleştirdi; çünkü AKP bu sefer sadece büyükşehirlerde değil taşrada da birçok belediyeyi kaybetti ve tarihinin en ağır seçim yenilgisini aldı. Muhalefet belediyelerini çökertmeye yönelik saldırı dalgası da o seçimlerin ardından başladı.
Aslında bu süreç kayyum atamalarıyla başlamış gibi görünse de biraz daha geriye, birkaç ay öncesine gitmemiz gerekiyor. Erdoğan bundan birkaç ay önce “belediyeler SGK’ya olan borçlarını ödesinler, yoksa haciz işlemlerini başlatacağız” diyerek bu sürecin ilk işaretini vermişti, sonrasında ise kayyumlar ve belediyelerin düzenlediği konserler üzerinden başlatılan soruşturmalar geldi. Kuşkusuz bu sürecin bir ayağında muhalefet belediyelerini iş göremez hale getirme ve belki de bir vadede onlara “çökme” arzusu var ama bu, dediğim gibi meselenin sadece bir boyutu. Kanımca esas mesele özellikle CHP’nin iki yıldız belediye başkanını halk nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışmak, aralarında özellikle Kürt sorunu üzerinden ihtilaf çıkarmak, CHP’yi “terörle” yan yana göstermek ve milliyetçi tabanı bir kez daha konsolide etmek. Öte yandan kayyumlar “yeni açılım”ın havuç-sopa ikilisinin sopa kısmını oluşturuyor ve bir şantaj unsuru olarak kullanılıyor. Bu nedenle de bütünlüklü ve çok boyutlu bir plandan söz etmek mümkün görünüyor, o bütünlüklü plan ise Erdoğan’ın ömrü vefa edene kadar o koltukta oturması üzerine kurulu kanımca.

Belediyelere yasak olan Diyanet ve tarikatlara neden serbest?

SORU: Belediye kreşleri, rejimin eğitim sistemini dönüştürme "dindar ve kindar nesil yaratma" çabaları konusunda bir engel olarak görülüyor olabilir mi? Çünkü resmi verilere göre MEB'e bağlı olmayan 5 bin 306 anaokulu var. Bunların bazıları Diyanet'e, bazıları tarikat-cemaatlere ait. Belediyelerin yaklaşık 700 kreşi var. Ama engelleme belediye kreşlerine geliyor.


İlim Yayma Cemiyeti’nden Gülen Cemaati’ne Süleymancılardan Milli Görüşçülere eğitim en başından itibaren Türkiye İslamcılığının en büyük yatırım alanlarından biri oldu. İmam-Hatip okulları, Kuran kursları, yurtlar, dershaneler, müfredata din eğitiminin sokulması, din dersi saatlerinin artırılması, bunların hepsi İslamcıların “mevzi savaşı”nın en önemli sahaları oldular. Eğitim hem maddi kaynaklara ulaşmanın, hem kadro yaratmanın hem de yetiştirilen kadroları devlete yerleştirmenin en önemli aracı olarak kullanıldı. AKP döneminde de eğitim sistemi AKP’nin yeni rejim inşasına uygun bir şekilde dönüştürüldü. Kırılma noktası ise 8 yıllık kesintisiz eğitimin yerine 4+4+4 sisteminin getirilerek daha çocuk yaştaki öğrencilerin buralara gitmesine cevaz verilmesi ve böylece imam-hatip okullarının önünün bir kez daha açılmasıydı. AKP döneminde eğitim hem dinselleştirildi hem de piyasalaştırıldı. Kaliteli eğitim alt sınıfların çocuklarına kapatılırken imam-hatipler adeta tek seçenek haline getirildi. Orta ve üst sınıflar ise çok ciddi paralar ödeyerek çocuklarını AKP’nin müfredatından kurtarmak adına özel okullara yolladılar. Dolayısıyla AKP döneminde hayatın her alanında gözle görülür hale gelen sınıfsal ayrışma, eğitim alanına da yansıdı.


Belediye kreşlerine dair son uygulamada iktidar şu an için “kreşlerden değil anaokulu ve ana sınıflarından bahsediyoruz” dese de yayınlanan genelgenin gerçek olduğunu ve burada belediye kreşlerini kapatmaya yönelik bir niyetin bulunduğunu görebiliyoruz. Burada da az önce söylediğim şeyler geçerli aslında. Bir yandan belediyelerin halkın hayatına doğrudan temas eden icraatlarına müdahale edilmek isteniyor ve böylece muhalefet belediyeleri itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Öte yandan ise AKP’nin hayalindeki rejime uygun bir şekilde hem bu kreşlerin Diyanet’in ve tarikatlarla cemaatlerin elinde olması isteniyor hem de kadınlar kamusal alanda görünür olmasınlar, istihdam edilmesinler isteniyor. Çünkü İslamcılık ve AKP kadını esas olarak evde ve anne kimliğiyle görmek istiyor, kadınların kamusal alanda görünür hale gelmesini ise İslamcı hegemonyaya yönelik bir itiraz olarak değerlendiriyor. Özellikle son on yılda toplumsal muhalefet dinamikleri birer birer sönümlenirken sadece kadın hareketinin ayakta kalması ve AKP hegemonyasına meydan okuması AKP’nin kendisi açısından bu okumanın haklılığını gösteriyor.


Bu noktada muhalefetin eğitimdeki dönüşümü politize etmeye dair ciddi bir girişiminin olmadığını not etmek durumundayız. Oysa AKP’nin dinselleşme ve piyasalaşma üzerine kurulu eğitim anlayışının karşısına laik ve kamusal bir eğitim talebiyle çıkılması, bunun siyasal stratejinin merkezinde bir yerlere yerleştirilmesi ve bir mücadele başlığı haline getirilmesi gerekiyor. Toplumun neredeyse tamamını ilgilendiren eğitim meselesinde çok ciddi bir toplumsal muhalefet dinamiği var çünkü.

Teğmenler öfkesi TSK'yı dönüştürememeye olan öfkeden mi kaynaklanıyor?


SORU: "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye slogan atan teğmenler için ihraç talebi de bir yönüyle AKP'nin TSK'yı dönüştürme çabalarının başarısız olduğunu mu gösterdi? İktidar bloğundan gelen tepkilerin ve ihraç talebinin arkasında böyle bir başarısızlık hissinin de öfkesi olabilir mi?


AKP’nin rejim inşası açısından eğer eğitim “toplumun fethi” için en önemli meseleyse ordu da “devletin fethi” için öyle bir nitelik taşıyor, yani ikisinin de dönüştürülmesi gerekiyordu. Bu nedenle özellikle Ergenekon ve Balyoz kumpas davalarında Fethullahçı çeteyle birlikte ordu içerisinde bu fetih girişimine itiraz edebilecek odaklar tasfiye edildi ve ordunun “rejimin ordusu” haline getirilmesi için ciddi adımlar atıldı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ise Fethullahçı subayların hepsi değil ama önemlice bir bölümü tasfiye edildi ve dönüşüm için bir adım daha atıldı. Bugün gelinen noktada hatırlarsanız ordudaki bazı mezuniyet törenlerinde AKP’nin “Türkiye yüzyılı” için yazılan marşlar dahi seslendirildi, hem de ordu bünyesindeki korolar tarafından.
Teğmenlerin yemin çıkışı ise iktidardaki orduya dair “işlem tamamlandı” şeklindeki kanaatte ciddi bir kısa devre etkisi yarattı ama aynı zamanda kendi tabanına “bakın vesayetçiler hala pusuda bekliyor” mesajı verip tabanı tahkim etmek için bir araç olarak görüldü. Ancak bu çıkış çok da şaşırtıcı bir gelişme değildir; çünkü ne kadar izole olursa olsun Türkiye’deki gibi hala tamamen profesyonelleşmemiş ordularda ve özellikle genç subaylar arasında her zaman bir politizasyon olur. Yani askerler, siyasal ve toplumsal gelişmelerden etkilenir ve buna tepki verirler. İşte bu genç subaylar da harp okulunda okurken kaçınılmaz bir şekilde politize olmuş ve muhalif bir kimliğe bürünmüşler. 12 Eylül öncesi Türkiye’de sol yükselirken ordu içerisinde de sola yönelik ciddi bir ilgi ve sempati vardı; bugün ise solun zayıflığında gerek üniversite öğrencileri arasında gerek harp okullarında seküler milliyetçiliğin giderek güçlendiğini görüyoruz. Benim en başından beri kanaatim bu genç subayların seküler milliyetçi bir refleksle ve ülkedeki dinselleşmenin orduya da çok ciddi bir şekilde sirayet etmesine tepki olarak politikleştikleri ve onu da yemin töreni esnasında bir “eylem” aracılığıyla duyurmak istedikleri. Evet, kanımca bu yapılan bir “politik eylem”, esas mesele ise AKP’nin bu eyleme nasıl bir tepki vereceği. Acaba bu genç subayları ihraç mı edecekler yoksa sürekli “iç cephe”den bahsettikleri şu günlerde “kapsayıcı” bir tutum sergileyip çok az bir cezayla ya da cezasız bir şekilde bu defteri kapatmayı mı tercih edecekler? Bunun kararını verecek yüksek disiplin kurulu toplantısının ertelenmesi buna dair kararsızlığın ve hatta pazarlıkların sürdüğünü gösteriyor olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Yaşlı Arşivi