Yavuz Değirmenci
Geç kalmış bir devrim: Ey doktor şimdi sıra sende!
Tarih nehri gürül gürül akmaya devam ediyor. Biz insanların hali coşkun akan ve uçsuz bucaksız bir okyanusa dökülen nehir içinde akıbetini arayan balıklar misali. Tarihin akışını değiştirecek güce sahip değiliz. Kesin hükümlere varmadan çevremizde olan biteni idrak edebildiğimiz ölçüde anlamaya, anlamlandırmaya ve süreci analiz etmeye çalışıyoruz.
Bazen çok büyük anlamlar yüklediğimiz, olayların seyrini değiştirebileceğine inandığımız aktörler, devlet başkanları dahil burnunun ucunda olan bitenin farkında olmadan bu azgın tarih nehri içinde sürükleniyor. Suriye, çocukluk günlerimde zihnimde Baba Hafız Esad’ın 1982 yılında gerçekleştirdiği 40 binden fazla insanın kimyasal silahları da kullanarak katlettiği Hama soykırımıyla yer ederdi. Evimizde kitaplıkta duran ağabeyimin Şehit Hama kitabı bu soykırımın hafızama kazınmasını sağlamış olabilir.
Suriye’deki son isyanı 2011 yılında Tunus’ta ilk ateşi yakılan ve bir anda bölgeyi saran Arap Baharı’nın ilk günlerinden beridir izlemeye çalışıyorum. Bazı dönemlerde trajedi ve umutsuzluk girdabı o kadar uzayıp derinleşti ki psikolojimi rahatlatma adına hiç ilgilenmesem daha iyi diye düşündüğüm zamanlar oldu. Fakat ne yaparsanız yapın yanıbaşınıza yanan devasa bir ateş, bütün yönleriyle ülkemizi ilgilendiren, milyonlarca Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yaptığımız bir ortamda bu meseleden kaçmak imkansız hale geliyor.
Suriye’de herşey güneyde Ürdün sınırına yakın Dera şehrinde 13-14 yaşlarındaki bir grup çocuğun duvarlara yazdığı “Ey Doktor (Esad), Şimdi sıra sende !” sloganlarıyla başladı. Bölgedeki rejim güçleri tarafından tutuklanan çocuklar işkencelerden geçirildi. Dera halkının ileri gelenleri Vali’ye gidip medeni bir şekilde bunların çocuk olduğunu affedilmelerini rica ettiler. Fakat bu insanların taleplerine kulak tıkandı. Bunun üzerine sokaklarda protestolar başlayınca Baas/Esad rejim güçleri demokratik eylemlere karşı silah kullanarak insanları öldürdü. Yapılan cenaze törenine daha geniş kalabalıklar katılınca silahlı müdahale ile daha fazla insan cenaze töreninde katledildi.
Böylece Dera’da başlayıp Suriye’nin diğer şehirlerine yayılan demokratik protestolar aylarca silahsız biçimde devam etti. Karşısında o günün tarihiyle 50 yıllık bir diktatörlük olan göstericilerin bütün meşru demokratik taleplerine karşı uzatılan diyalog eli değil ölüm makinesi olunca bir noktadan sonra silahlı mücadeleden başka seçenek kalmadı.
Suriye ayaklanmasının ilk aylarında Taksimde bir otelde organize edilen Arap Baharı’nın Kahramanları adlı etkinliğe katılmıştım. O dönem Libya, Tunus, Mısır ve Suriye’den gelen bazıları meşhur olmuş genç aktivistler katılımcılar arasındaydı. Arap Baharının zemheri kışa döneceği gelecek günlerden habersiz ülkelerinde devrim yapmanın gururunu yaşayan gençlerdi. Birçok ülkede başarıya ulaşmış devrimlerden sonra Suriyeli gençler heyecanla sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu. Gelecek adına hayaller kuruyorlar, projeksiyonlar sunuyorlardı.
Oysa tarih nehri bambaşka bir rota çizmişti. Devrim gerçekleşemedi. Ordudan kaçan subayların oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu kurulduktan sonra rejime karşı oldukça etkili bir mücadele yürütüyordu. Kırılma anı yaklaştı derken yeniden bir hayal kırıklığı yaşandı.
2015 yılına gelindiğinde düşme noktasına kadar gelmiş Esad rejimine cansuyu olan Rusya (sürecin başından beri rejimi destekleyen İran'la birlikte) devreye girince son nefesini vermekte olan rejim yoluna devam etti.
Devlet aklına karşı millet aklı
Suriye kan gölüne dönmüştü. Kimyasal gazlar, varil bombaları bile atmaktan çekinmeyen acımasız bir rejim ve destekçileri sahada çok daha gaddar biçimde önlerine çıkan herkesi yok ediyordu. Onlarca farklı örgütün sahada cirit attığı paramparça bir Suriye görüntüsü ortaya çıkmıştı. 2016 yılında Fırat Kalkanı operasyonu devam ederken ordumuz el-Bab bölgesini ele geçirmek üzere olduğu günlerde sınırı geçerek Azez’den Dabık bölgesine kadar gitmiştim. Bazı kampları da gezdim.
Savaşın etkileri bağlamında nispeten Türkiye’nin kanatları altında ve insani yardım alabilen bir bölge olmasına rağmen orada gördüğüm manzara savaşın yıkıcı etkisini iliklerime kadar hissettiriyordu. Bir kampta çamura bulanmış yollarda araçla gezerken arkamızdan koşan Suriyeli çocukların “Abi!, Abi!” diye bağırmaları hala kulaklarımda çınlıyor. Bir çocuğun içinde bulunduğumuz minibüsün arkasına yaslanarak yüzüme gülümsediği anın videosunu çekmiştim. O çocuk şimdi nerde? Hayata gülümseyerek bakabiliyor mu? Umutları hayalleri ne durumda çok merak ediyorum.
2016 yılıydı. Halep’e varil bombalarıyla ölüm yağdırılıyor şehir adım adım kuşatılıyordu. Muhaliflerin Rejim, Rusya ve İran güçleri tarafından kapana kıstırılıp şehrin el değiştirmek üzere olduğu günlerdi. Beş kişilik arkadaş grubuyla İstanbul’dan Hatay-Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü sınır kapısına kadar devam eden 3 gün süren “Halep’e Yol Açın” konvoyuna katılmıştım. Sivil insanlar kapana kısılmıştı. Sınırı açsalar onları kurtarmak için yürüyerek yollara düşecek kadar yoğun duygular içindeydik. Nihayet ağır kayıplar yaşandı ve Türkiye’nin rejim destekçisi ülkelerle yaptığı anlaşma sonrası kalan sağlar sonradan kamuoyunun adını sıkça duyacağı İdlib bölgesine transfer edildi. 250 bin kişilik küçük bir ilçe Rejimin Suriye sahasında her yeri ele geçirmesiyle 4-5 milyonluk mega göç merkezine döndü. Artık Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusuyla birlikte kontrolünde olan bölgeler dışında rejimden kaçanların son sığındığı liman burasıydı.
Bir yazıda Suriye’de olan biteni anlatmak, süreçleri analiz etmek imkansız. Kestirmeden gidelim.
Aradan geçen yıllarda İdlib’de kontrolü ele geçiren HTŞ isimli örgüt burada adeta küçük bir devlet deneyimi yaşadı. Takvimler 27 Kasım’ı gösterdiğinde Halep’in tekrar ele geçirildiğini öğrendik. Şok etkisi yaratan bir haberdi. Esad rejiminin artık kalıcı olduğu, gerek Arap Birliği tarafından kabul edilmesi gerekse Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın ısrarla görüşme çabaları rejimin bu kanlı isyan sürecinin nihai kazananı olduğunu tescil eder gibiydi.
Esad ise burnundan kıl aldırmıyor adeta Sn. Erdoğan’a pas vermiyordu. Türk ordusunun Suriye’den tamamen çekilmesini rijit biçimde ön şart olarak ortaya koyuyordu. Günün sonunda Tarih nehri kendine başka bir yatak bulmuştu. Halep’te rejimin hiçbir varlık göstermediğini gören muhalif güçler Şam-Halep arasındaki M5 otoyolu güzergahında hiçbir engelle karşılaşmadan adım adım ilerleyip gün aşırı olarak birer birer Hama, Humus gibi önemli şehirleri ele geçirdiler.
Ve nihayet Şam’ın kapılarında dayandılar
Ey doktor, şimdi sıra sende ! diyen çocukların sloganı 13 yıl gecikmeli de olsa artık gerçek olmuştu. Arkasında 500 binden fazla ölü milyonlarca insanın mülteci olduğu büyük bir felaketi geride bırakan Suriye halkı Türkiye’de ve dünyada büyük kutlamalar yaptılar.
Devrim ateşi zaferle sonuçlandı
1982 yılında Hama’da baba Hafız Esad’ın kimyasal silahları da kullanarak on binlerce insanı katlederek gerçekleştirdiği Hama soykırımının intikamı da alınmıştı. Katil diktatör göz doktoru Beşar Esad hiçbir direniş göstermeden, hiçbir açıklama yapmadan Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı. Artık sığınmacı olan kendisiydi. Şimdi Suriye için tarih nehri yeni yatağında akmaya devam edecek. Elbette devrimler bir son değil bir başlangıçtır. Zor bir eşik açıldı ancak tarih nehrinde engeller hiç tükenmez. Yeni imtihanlar, yeni tuzaklar, yeni senaryolar hem Suriye’yi hem bizleri bekliyor. Kimbilir belki yüzyıllık Sykes-Picot düzeni güncellenecektir. Hep birlikte tarih nehrinde akıp göreceğiz.
Suriye halkının büyük bedeller ödedikten sonra, bütün zorlukları aşarak hak ettiği onurlu bir geleceğe sahip olmasını temenni ediyorum. Şimdilik Suriye halkının devrim coşkusunu paylaşma vaktidir. Çok yaşa Özgür Suriye.