Pilates, maskülen bir spordur

Narin de modaya uydu, son senelerde benim eril biri olduğumu söylemeyi kendine görev edindi. Herhangi bir konuyla ilgili bir yorum yaptığımda, eğer siyaseten doğruculuk kıstasına bire bir riayet etmezsem, derhal erilliğimden dem vuruyor.

Bizim evdeki kelime kısıtı sanmam ki Abdülhamid dönemindeki Osmanlı payitahtında bulunsun.

Bana göre son derece sıradan, eşyanın tabiatına uygun bir şey söylüyorum ama ben daha ne olduğunu anlamadan derhal karşıma dikiliyor ve “erilsin!” diye bağırıyor. Bazı ortamlarda benden ötürü yer yer “toksik maskülaniteye” maruz kaldığını falan söylüyor.

Oysa, bir düşünüyorum, benim ettiğim büyük bir laf değil, ne bileyim futbol hakemlerinin cinsel yönelimlerini vurgulamak için sıklıkla söylenen sıfat ya da “erkek işidir-değildir” diyalektiği değil, bin yıldır kullanılagelen terimlerden biri.

Gene de kendimi bir şekilde bu “erillik” ithamına muhatap etmekten kurtaramıyorum.

Farkında değildim, geçenlerde birinden bahsederken “karı” demişim. Ben anlatmaya devam ediyordum ama Narin’in ruhunun çoktan karşılıklı oturduğumuz kanepeyi terk edip bana savaş açtığını anlamam uzun sürmedi.

“Ne dedin sen?” diye sorunca, baştan anlatmaya kalktım. “Onu sormuyorum, demin kullandığın o pespaye kelimeyi soruyorum,” dedi. Hafızamı yokladım, aradım taradım, ama bulamadım. Meğer ağzımdan o melun kelime çıkmış.

Şimdi böyle yazınca benim bile Narin’e hak veresim geliyor ama gündelik konuşma içinde bazen “karı” ya da “herif” demek gerekiyor, anlam bütünlüğü ancak böyle sağlanıyor.

Gençliği geride bıraktık, ortayaşlarımızın bile sonuna geldik, ayrıca Armstrong Ay’a ayak bastı, SSCB çöktü, internet bulundu ve daha birçok şey yaşandı ama Narin’in darılma huyuna hiçbir şey olmadı. Piramitler gibi öylece duruyor.

“Karı” kelimesini kullandığım için bütün kadınlar adına benimle konuşmama kararı aldığını sorularımın hepsini yanıtsız bırakarak bana sessizce tebliğ etti.

Heyhat, bu olaydan birkaç gün önce pilatese kaydolmuştuk. Bizim yaşlarda artık spor yapmak mümkün olmuyor. Zaten ben spor yapmayı hiçbir yaşımda sevememiştim.

Pilates hem spor salonları gibi kalabalık olmuyormuş hem de bir hoca eşliğinde yapıldığı için bizim yaşlarımıza daha uygunmuş.

Narin anlattı, bir arkadaşı gidiyormuş, kısa zamanda skolyozuna çok iyi gelmiş. Benim de boynumda düzleşme var, bazen çok ağrım oluyor, o yüzden “gidelim mi?” diye sorduğunda “tamam, gidelim mutlaka” demiştim.

Bizim pilates dersi tam da o günün akşamına denk geldi. Yürüyerek on dakika mesafedeki bir apartmanın bir dairesini pilates salonuna çevirmişler, dersi orada yapacağız.

Vardık, girdik içeri. Bu pilates de birkaç türlüymüş; biz âletli pilatese yazılmışız.

Hocânımla tanıştık. Sormadım ama herhalde bizim gelinle yaşıttır. Narin’le yan yana iki âlete uzandık. Hocânımın talimatlarını beklemeye başladık.

Başlarda her şey olması gerektiği gibiydi. Önce hareketleri gösteriyor, ardından yayları söylüyor, biz de söylediği renklere göre takıp hareketleri yapıyorduk.

Derken, bacaklarımızı yukarı kaldırıp “kelebek” yapmamızı istedi. Benim ne bacağım kalkıyor ne kelebek yapabilme ihtimalim var.

Ama ikna olmadı, zorluyor, zorlamadan olmaz, diyor. Güç bela kelebeği yaptım. Daha doğrusu, kelebeğe benzer bir ayak çırpma hareketi yaptım.

Sonra, geçti âletin başına, hareketi gösterirken “topuklumu giyiyorum” dedi. Topuklu giymek, pilates jargonunda bir ayağın parmak ucunda durması demekmiş, bunu da o gün öğrendim. Ben bir şey demedim tabii.

Hareketi yapmak için âlete uzanınca “Suat Bey haydi, topuklunuzu giyin!” deyivermesin mi? Benim topuklum yok, dedim. Var, dedi. Aldı bileğimi büktü, yerleştirdi. Şimdi makineyi itin, deyip onikiden geri saymaya başladı.

Senelerin rehavetine alışan kaslarım için ölümcül bir kan akışı başladı.

Pilatese başlamadan önce sadece boynum tutuluyordu, başladıktan sonra her yerimin tutulacağını, hatta tutuk kalacağını hissettim. Yapabildiğimce yaptım ama.

Dersin sonlarına doğru, Hocânım, kaslarımızın gevşemesi ve esneklik kazanmamız için -özellikle bizim yaşlarımızdan itibaren esneklik çok önemliymiş- birkaç hareket yapacağımızı söyledi ve “denizkızı pozisyonu” ile başlıyoruz, dedi.

“Nasıl yani?” dedim. Ayaklarımın birini omzumuzu yerleştirdiğimiz yere sabitledi, diğerini de altıma alınca ben gerçek bir denizkızı gibi oturmuş oldum. Sonra ellerimle barı tuttum ve sırtımı esnetmeye çalıştım.

Böylece, “kelebek” yaptım, “topuklumu giydim”, nihayetinde de “denizkızı” oldum. Çıktığımızda her yanım ağrıyordu ama Narin’in yüzünde yapışık bir tebessüm vardı.

“Ne var?” dedim. “Neye gülüyorsun?”

“Sende ne cevherler varmış öyle,” dedi. “Denizkızı olmak sana çok yakıştı. Hele kelebekteki hünerin…”

Pilateste yaptığım hareketlerin boynuma iyi geleceğini içten içe hissediyorum. Bu da pilatesin özünde maskülen bir spor olduğunu bana düşündürüyor.

Sadece kadınların tekelinden kurtarılmalı ve terimler değiştirilmeli. Pilates için cinsiyet eşliği talep ediyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Suat Özdeş Arşivi