Bilim aşkına didişmek

İlk kar tanesi toprağa düştüğünden beri Narin eczaneye gitmiyor. O yüzden birkaç gündür evde dip dibe oturuyoruz. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için peşinen söyleyeyim, bazı yıllanmış evliliklerde olan sorunlar bizim aramızda yok, bu durumdan şikâyetçi değilim.

Narin’in ilk başlarda garipsediğim ama sonralarda alıştığım ve daha ilerleyen zamanlarda da bizzat sevmeye başladığım hobilerinin başında belgesel izlemek gelir.

Hayat Hanım’a rahmet okutacak şekilde hayvanlar âleminin adı sanı duyulmadık bir üyesinin maceralarını bir saat boyunca heyecanla izler. Ardından bir fabrikadaki üretim süreçleri başlar, onu izler.

Derken, çöldeki bir kabilenin yaşayışı anlatılır, geçer başına. Eskiden ben bunu havalı görünmek için yaptığını düşünüyordum, işte eczacılık fakültesi mezunu ya tam ben eve dönerken belgesel açıyor diye, ama baktım ki iş öyle değil, tek başınayken bile belgesel izliyor.

Kar çocuklar için eğlence, gençler için romantizm demek olabilir ama bizim yaşlarda sadece tehdit anlamına gelir. Düşüp bir yerlerini kırmak ve haftalarca hastanede yatmak için karda kısa bir yürüyüş yapmak yeterlidir. Ayağın kaydı mı, yandın.

Kar yağdı mı belli bir yaşın üstündekiler sokaklardan çekilir. Biz de kimbilir kaç senedir karlı havalarda sokağa pek çıkmadık.

Narin’in belgesel izlemekten başka bir diğer bağımlılığı da sabahları Türk kahvesi içerek güne başlamaktır.

Ben de şu son on senede Türk kahvesinden iyice koptum, özellikle emekli olmadan önce bankada herkes filtre kahve ya da espresso türlerine dadandığından benim alışkanlıklarım da değişti, Türk kahvesini neredeyse hiç içmez oldum.

Narin ise benim içtiğim filtre kahveye neredeyse habis bir ur muamelesi yapıyor ve asla ağzına götürmüyor. Türk kahvesinin nefasetinin “bu türev kahvelerin” hiçbirinde olmadığını iddia ediyor.

Dolayısıyla, bizim evde iki ayrı kahve olur; benimki makinede demlenirken Narin kahvesini cezvede pişirir.

Kahvesini içerken, daha sonra da kahvaltı sofrasını hazırlarken gayriihtiyari bir şekilde televizyonu açıp menüsünden hangi belgeseller olduğuna bakıyor, beğendiğini seçiyor.

Böyle olunca da güne misal bugüne kadar varlığından dahi haberdar olmadığımız bir kuşun dünyanın sonundaki bir yamaca nasıl yumurtladığını izlerken başlıyoruz.

Yok, yanlış anlaşılmaktan korktuğum için yinelemek istiyorum, belgesel izlemekten de şikâyetçi değilim. Şikâyetçi olduğum tek şey, Narin’in belgesellerde anlatılan her şeye hemen ikna olması ve benim çeşitli şüphelerimi dile getirdiğim an bana bilim düşmanı gözüyle bakması.

Bilimin özü sorgulamaktır. Bence benim yaptığım da bu. Yani, hangimiz daha bilimsel düşünüyoruz diye epistemolojik bir tartışma başlatsak bence ben kazanırım.

Bir bilgi var, ben de acaba hakikaten öyle mi diye üstüne kafa yoruyorum, aklıma yatmayan bazı noktaları derhal benimsemek yerine kurcalıyorum. Narin beni bir anda ömrünü etrafındaki herkesi hurafelerle zehirlemekle geçmiş biri yerine koyuyor, öyle bir bakıyor ki bazen sorduğuma soracağıma pişman oluyorum.

İyi de, hangimizin yaklaşımı Descartes’a daha yakın?

Yani, Descartes hakem olsa ve gelip bir sabah bizim evdeki tartışmaya kulak kabartsa hangimizi haklı bulur?

Narin’e bakarsanız, Descartes benim zırvalıklarımı dinlemeye bile tahammül edemez. Yalın gerçeklikleri bile reddedebiliyormuşum ben. Peki, diyorum, “insanlar yüzlerce yıl ‘vücudun dört sıvısı’ teorisine inandılar da ne oldu? Zaman geldi, hiçbir aslı astarı olmadığı ortaya çıktı. O günlerde yaşasaydık, sen beni yine şüphecilikle, gerçeği kabullenmemekle, hurafecilikle itham edecektin. Belki burada söylenenler de ileride yanlışlanır”

O zamanla bu zaman bir değilmiş, o günkü imkânlarla bugünküler kıyaslanamazmış. Bilim artık çok ilerlemiş. Bilimden şüphe etmek de ne demekmiş?

O zaman hastaneye de gitmeyelimmiş, ilaç da almayalımmış.

Tabii ki bu tarz suçlamaları muhatap almıyorum. Bilim düşmanlığının bu kadarına cevap verecek halim yok.

Gene de, bugünlerde yapılacak en iyi işin, camdan dışarı bakıp usul usul yağan karı izlemek ve gerektiğinde sadece “hakikat ve bilim aşkına” belgesellerde anlatılan bazı olayları sorgulamak olduğunu düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Suat Özdeş Arşivi