İlker Yıldız

İlker Yıldız

Emekliye müjde

Geçen hafta “Pazar günleri sakin sakin hayattan, sanattan belki de spordan bahsedeceğim” yazmıştım ama canım ülkemin gündemi bu hafta buna izin vermedi.

Dün annemleri aradığımda yaşadıkları sevinç, coşku beni yazmayı düşündüğüm konuyu erteleyip bu yazıyı yazmaya sevk etti.

İki emekli evde sanki bir bayram kutluyormuşçasına mutlulardı. Neden diye sorduğunuzu biliyorum. Hemen söyleyeyim.

ENAG’a göre yıllık yüzde 83,40, inanırsak TÜİK’e göre yıllık yüzde 44,38 olan enflasyona karşı asgari ücrete yüzde 30 zam yaparak asgari ücretliyi enflasyona ezdirmediğini düşünen her mensubu birer matematik dehası olan hükümetimiz memur emeklisine de yüzde 11,54 zam yaptı.

Diğer emeklilerin de maaşına yüzde 15,74 oranında bir zam yapıldı.

Böylece en düşük emekli maaşı 14 bin 468 lira olarak hesaplandı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz en düşük emekli maaşı ile ilgili “Bu konuda bir çalışma yapacağız” dedi ama ben bu çalışmadan pek de umutlu değilim. Zira bugüne kadar gerçekten emeklinin derdine derman bir çözüm üretemediler.

En düşük emekli maaşının bir asgari ücret kadar olması gerektiğini yıllardır söylüyorum ve ne asgari ücretin ne de emekli maaşının açlık sınırının altında kalmasını kabul etmiyorum. Çıldırasım geliyor.

İnsan onuruna yakışır şekilde yaşamak için gerekli olan maaşı emekli vatandaşına veremeyen bir devletin yöneticilerinin zevk-i sefa içinde yaşamaları kanıma dokunuyor.

Ve maalesef ki Türkiye’de hemen hemen her olay iki üç gün televizyonda tartışıldıktan sonra unutulmaya yüz tutuyor. Demokrasi kültürünün gelişmiş olduğu ülkelerde halk yapılan yanlışlar ve haksızlıklar karşısında iktidarı silkelerler. İktidara bir baskı oluştururlar.

Ancak ülkemizde Cumhurbaşkanı muhalefetin silkelenmesinin talimatını veriyor.

İktidara karşı baskı oluşturmak dedik değil mi? Örneğin asgari ücretin beklentinin çok altında olmasıyla ilgili itirazınız varsa sadece konuşmak yetmez. Toplu grevlerle devletin tekrar pazarlık masasına oturmasını sağlamalısınız.

Almanya’da geçtiğimiz yıl dört büyük grev yaşandı. Aksayan kamu hizmetlerinden dolayı hayat durma noktasına gelmesine rağmen herkesin büyük saygısını kazanan sendikaların bazıları istediklerini aldı, bazıları alamadı ama ekonomik kriz sürecinin sonunda hükümet düştü.

Türkiye’de hiç bir işlevi kalmayan sendikaların mış gibi yaparak “tweet” atmaları hiç bir anlam ifade etmiyor.

Uzaktan konuşmak kolay diyebilirsiniz. Evet, farkındayım. “Silivri soğuk” esprileri ile gençlikten olgunluğa ulaşmış biri olarak iktidara karşı protesto etmenin tehlikelerini biliyorum. Cümle kendi içinde ne kadar acı verici aslında. Anayasal hakkın kullanımının kişiyi tehlikeye sokacağından bahsediyoruz. Ve bahsettiğimiz yer bir kabile devleti de değil üstelik.

Tüm bunlara rağmen örgütlü bir şekilde sendikalar liderliğiyle yapılan iş bırakma eylemlerinin, zam taleplerinin başarıya ulaşma ihtimali tweet atarak kınamaktan çok daha yüksek gibi geliyor bana. En azından bir yaşam belirtisi. Ana muhalefet lideri Özgür Özel’den benim beklentim bu yönde bir çağrı yapmasıydı esasında. Ama henüz böyle bir çağrı yapmadı.

Sadece emekliler oy vermeyi bıraksa koltuğunu kaybedecek bir iktidarın bu denli pervasızca harcamalar yaparken konu emekli maaşı olduğunda “para yok” demesi aklıma tatsız bir benzetme fikri getiriyor.

Bir aile düşünün. Baba anneye sürekli şiddet gösteriyor. Çocuklar korkuyor, zaman zaman onlar da bu şiddete maruz kalıyorlar. Adamın kumarı var, içkisi var. Kadını aldatıyor da üstelik. Böyle bir durumda evi terk etmesini beklediğimiz evin annesi ise adamın tüm bu zulmüne karşılık onunla kalmaya devam ediyor.

Eşinin kendisinden asla vazgeçemeyeceğini düşünen bu adamdan kadının ruhunu okşayacak, onu rahat ettirecek bir davranış beklenebilir mi?

“Her şartta oy garanti” diye düşünen bir siyasetçi enflasyon TÜİK’e göre bile yüzde 44,38 iken asgari ücrete yüzde 30, emekliye ise yüzde 15 zam yapar işte böyle.

Soğuk suyun içinde yavaş yavaş kaynadığında öldüğünü fark etmeyip kaçmayan adeta hissizleşen kurbağa gibi hissizleşti Türkiyem.

Muhalefet açısından belediye seçimleri bir zaferdi evet ama ekonomisi bu kadar kötü yönetilen bir ülkede anket yapıldığında AKP’nin barajı geçememesi gerekir. AKP’nin hala yüzde 30’ları zorluyor olması hatta bazı anketlerde birinci parti olarak görünmesi düşündürücü. Ancak buna rağmen enseyi karartmamak, umudu asla yitirmemek gerekiyor.

AKP ve Erdoğan oyları günden güne eriyor ve bunun farkında oldukları için Öcalan ile olan süreci yeniden pişirip önümüze sunmaya kalkıyorlar.

Tartışılması gereken tek konu asgari ücret, emekli maaşı, hayat pahalılığı olması gerekirken nereden çıktı şimdi bu Öcalan meselesi?

Birincisi gündem değişikliği, ikincisi de Kürt oylarıyla kan kaybına bir çare bulma isteği. Başka hiç bir nedeni yok.

Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan sistemli olarak yaklaşık her 7 yılda bir ideoloji değiştiren biri. Muhafazakar demokrat başlayan başbakanlık kariyeri, muhafazakar Kürtçülüğe evrilmişti. Sonra bir anda muhafazakar milliyetçi oldu. 2025 versiyonu ne olur tam kestiremiyorum ama oylar ne taraftan gelirse oraya doğru bir eğilim olur.

Ancak ben bu saatten sonra AKP iktidarının yani Sayın Erdoğan’ın ekonomiyi düzeltebileceğini ve seçim kazanacağını düşünmüyorum.

E o zaman neden her yazında bir karamsarlık hissediliyor diyebilirsiniz.

İktidar elbet bir sonraki seçimde değişecek değişmesine ama değişene kadar da emekli, asgari ücretli daha fazla kazansın artık bu onur kırıcı maaşları kabul etmesin, halk cumhuriyetine, Atatürk’üne sahip çıksın istiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İlker Yıldız Arşivi