İlker Yıldız

İlker Yıldız

Fenerbahçe veda etmeyi bilmiyor

Veda etmeyi bilmek bir erdemdir. Dostça ayrılmak da denir buna.

Eski çalıştığı yerle arasını iyi tutan insan her zaman makbuldür. Ama bunun için sadece iyi niyet yetmez; eski çalıştığın yerin de buna uygun olması gerekir.

Fenerbahçe yönetimi, Edin Džeko ve Dušan Tadić gibi iki dünya yıldızına doğru düzgün bir veda bile edemedi.

Bir gün sonra Kadıköy’de iç saha maçı vardı; belli ki taraftar tepkisinden çekindiler. Ama Samandıra’da, açık havada, sade ama şık bir törenle uğurlamak zor muydu?

Onun yerine ne yapıldı?

Arka planda küçük tüplerin, kirli tavaların göründüğü yemekhanede, aceleye gelmiş bir plaket töreniyle geçiştirildi. Alt lig takımları bile böyle veda etmezken Fenerbahçe'nin bu görüntüsü akıl almaz.

Bu ilk bölüm yönetimi eleştiriydi. Şimdi gelelim taraftara.

Fenerbahçe taraftarı artık ne yazık ki takımı ya da oyunu değil, sadece kazanmayı seviyor.
En küçük bir başarısızlıkta çılgına dönüyorlar.

Evet, Fenerbahçe son şampiyonluğunu 11 yıl önce yaşadı ve bu kulüp tarihinin en uzun şampiyonluk hasreti olabilir. Ama her olumsuzlukta futbolcu ıslıklamak, küstürmek kadar faydasız bir refleks olamaz.

Bir oyuncu üst üste iki kez top kaybetsin, anında yuhalanıyor. Morali bozuluyor, oyundan düşüyor, aidiyet hissini kaybediyor. Galatasaray’da yabancı oyuncular kulüpten mutlulukla ayrılıyor, ardından gönüllü transfer elçisi gibi davranıyor.

Fenerbahçe ise kulüp efsanelerine veda bile edemiyor. Sezon boyunca taraftarın sosyal medyada hedefe koyduğu iki isim vardı: Edin Džeko ve Dušan Tadić.

Kimi yaşlı buldu, kimi yavaş. Kimi “koşmuyorlar” dedi, ıslıkladı. Evet, ikisi de ağır oyuncular. Evet, kariyerlerinin son dönemindeler. Ama yan gelip yattılar mı? Hayır. Sakatlık bahanesiyle sezonun yarısını kaçırdılar mı? O da hayır.

Tadić, iki sezonda 109 maçta 29 gol, 35 asist yaptı. Toplam 64 gole doğrudan katkı. Liderliğiyle, hırsıyla, oyuna kattığı karakterle takımı sürükledi. Džeko da iki sezonda 99 maçta 46 gol, 18 asist. Yine 64 gole katkı. 38 yaşında, Fenerbahçe tarihinde bu yaşta bu kadar üretken bir yabancı oyuncu hatırlayan var mı?

Tadić ve Džeko’yu “yaşlı” bulup sevemediniz, peki…

Ya En-Nesyri?

52 maçta penaltısız 30 gol, 7 asist.
Bir santrfordan daha ne istenir?

Oysa bu hikâye yeni değil. Fenerbahçe, veda etmeyi hiçbir zaman tam öğrenemedi.

Bazen taraftar sebep oldu buna. Bazen de yönetim. Ama sonuç değişmedi.

Alex de Souza... Kulüp tarihinin belki de en büyük efsanesi. Kadıköy’de heykeli dikildi ama ayrılığı, soyunma odasında teknik direktörle yaşadığı bir krizle oldu.

Ne zaman bir Alex görüntüsü paylaşılsa, Fenerbahçe camiasında hâlâ bir burukluk var. Çünkü o vedanın içimize sinmeyen bir tarafı vardı.

Diego Lugano… Savaşçı ruhuyla taraftarın gönlünde taht kurdu, kaptanlık yaptı, Fenerbahçe için kan-ter döktü. Gidişi sessizdi, uğurlanmadı.

Moussa Sow... Sevinciyle bile hafızalara kazınan bir oyuncu. İlk ayrılığında “geri gelir mi” beklentisiyle uğurlandı. Döndüğünde eskisi gibi olmadı ve yine sessizce gitti.

Roberto Carlos, Dirk Kuyt, Nani, van Persie… Hiçbiri Fenerbahçe’den gerçekten vedalaşarak ayrılmadı. “Sen bizim yıldızımızdın, yolun açık olsun” diyemedi bu camia.

Belli ki bu kulüp, yıldızlarla dolu ama hatıraları eksik bir tarih yazıyor.
Ve hatıra biriktiremeyen bir kulüp, sadakat de biriktiremez.

Fenerbahçe, artık veda etmeyi öğrenmek zorunda. Çünkü bazen kazanmak, sadece skor tabelasında değil; bir oyuncuya “İyi ki geldin” diyebilmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İlker Yıldız Arşivi