
İlker Yıldız
PKK'nın fesih metni bize ne anlatıyor?
PKK’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı fesih bildirisi üzerine çok şey söylendi. Örgüt, silahlı mücadele dönemini sona erdirdiğini duyuruyor; bu, kuşkusuz önemli bir gelişme. Ama bana kalırsa asıl dikkat çekici olan, açıklamanın sadece bir son değil, aynı zamanda yeni bir siyasi anlatı denemesi olması. Ve bu anlatının merkezine Lozan Antlaşması’nı koyuyor olmaları, üzerinde durulmayı hak ediyor.
Metne göre PKK, tarihi misyonunu tamamlamış. Silah bırakılmış, örgüt kendisini feshetmiş, yeni bir mücadele tarzına geçilmiş. Ancak bunu yaparken öyle bir çerçeve çiziliyor ki, neredeyse Cumhuriyet'in kuruluş belgeleri suç unsuruymuş gibi tarif ediliyor. Açıkça yazılmış: Kürt inkâr ve imha siyaseti, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan kaynaklanıyor.
Bu iddia tarihsel gerçeklikten uzak ve tamamıyle reddedilmesi gereken bir iddia. Zira metin geçmiş muhasebesinden ziyade tarihle oynama çabası da içeriyor.
“Lozan öncesi” döneme yapılan atıflar ve bu dönemin “ortak vatan” perspektifiyle çerçevelenmesi, aslında dolaylı bir Sevr nostaljisini çağrıştırıyor. Sevr Antlaşması’nın adı açıkça geçmese de, Lozan’a karşıtlık temelinde kurulmuş bu söylem, Sevr’in hayal ettiği parçalı yapıların ruhunu taşıyor.
Oysa Sevr, Batılı emperyalist güçlerin masa başında çizdiği, hiçbir halkın onurunu korumayan, sömürgeci bir dayatmadan ibaretti. Türk-Kürt ayrışmasını kışkırtan bu taslak hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Türk milletinin ortak iradesiyle tarihin çöplüğüne gönderildi.
Lozan ise bu çöplüğe atılmış hayallere verilen en somut cevaptır. Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Bu tapuya saldırmak, sadece Ankara’ya değil, Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza çarpışan Türk ve Kürt halklarının ortak mücadelesine saldırmaktır. Lozan’a sahip çıkmak, bu halkların 20. yüzyılın başında kurduğu kardeşlik sözleşmesine sahip çıkmaktır. Lozan’ı hedefe koyan bir metin, ne kadar “demokratik siyaset” vurgusu yaparsa yapsın, bu kardeşliği örselemeye hizmet eder.
Lozan’a saldırmak; sadece devletin kurucu sözleşmesine değil, bu ülkenin birlikte yaşam tahayyülüne saldırmaktır. Üstelik bunu “eşit yurttaşlık” gibi kavramlarla bir arada sunmak ciddi bir çelişki. Çünkü eşit yurttaşlık fikri, tam da Lozan gibi metinler sayesinde konuşulabilir hale gelmiştir. O metin ortadan kalkarsa, hangi hukuki zemin üzerinde eşitlik tartışması yapılabilir?
PKK bildirisi, Türkiye’nin yakın geçmişindeki ağır hak ihlallerine de yer veriyor. Köy boşaltmalar, faili meçhuller, işkenceler... Bunlar elbette bu ülkenin karanlık sayfaları. Ancak bunları yalnızca devletin suç hanesine yazarak, silahlı mücadelenin gerekçesini buradan türetmek, bana göre tek yönlü bir okuma. Çünkü aynı dönemde binlerce sivilin hayatına mal olan PKK saldırıları da bu coğrafyanın hafızasında.
Bir başka dikkat çekici kısım, bildiride sıkça geçen “Önder APO” vurgusu. Her şeyin onun yönetiminde yürütüldüğü, yeni dönemin onun perspektifiyle şekilleneceği ifade ediliyor.
Dolayısıyla bu sadece bir fesih değil; hareketin, silahsız ama hâlâ Öcalan ekseninde şekillenen yeni bir biçime evrilmesi gibi görünüyor.
Eğer bu bir yüzleşme ise, samimi bir dönüşümse, söylemde de bir değişim gerekir. Silah bırakmak, sadece fiili çatışmaya değil; aynı zamanda devlete, toplumun ortak değerlerine ve tarihe karşı kurulan saldırgan dile de son vermeyi gerektirir. Lozan’ı “inkârın belgesi” gibi göstermek bu ülkenin kurucu hafızasına yapılmış ciddi bir haksızlık olur.
PKK silahlı mücadeleyi sonlandırmış olabilir. Ancak barış dili, yalnızca silahların susmasıyla değil; aynı zamanda tarihsel metinlere, ortak hafızaya ve toplumsal sözleşmeye saygıyla mümkün olur. Şimdi ihtiyaç duyulan şey, kavga eden anlatıların değil; birbirini anlamaya çalışan, ortak geleceği önceleyen bir dilin inşasıdır.
Çünkü nihayetinde hepimiz barış isteriz. Hiçbir anne çocuğunu toprağa vermek zorunda kalmasın, hiçbir evlat babasız büyümesin isteriz.
Ama bu barışın inşası, bir örgütün zafer hikayesine dönüşmemelidir. Devletin eksikleri kadar, terörün açtığı yaralar da unutulmamalıdır. Bu ülkenin dört bir yanında şehit vermiş binlerce ailenin acısı, yeni bir siyasal anlatının süsü haline getirilemez. Barış, gerçek bir yüzleşmeyle, ortak acının ortak sorumlulukla taşınmasıyla mümkündür.
Buraya tabi bir soru da bırakmadan edemeyeceğim.
Bu silah feshi ne karşılığında gerçekleşti? Gerçek talep ne ve bu talebe verilen sözler neler?
Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli bu soruların cevabını bu halka vermek zorundalar.
Çünkü başka türlüsü kimsenin içine sinmeyecek.
Çürüdük
29 Nisan 2025 Salı 09:0623 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
23 Nisan 2025 Çarşamba 10:32Psikolojik üstünlük
21 Nisan 2025 Pazartesi 09:20Gerçek bir katılımcı demokrasi örneği
17 Nisan 2025 Perşembe 09:11Siyasi intikam
15 Nisan 2025 Salı 10:38İsmail Abi'nin selamı var!
13 Nisan 2025 Pazar 13:03Pikaçu'dan neden korkuyorlar?
10 Nisan 2025 Perşembe 13:26Erdoğan beni seviyor
08 Nisan 2025 Salı 09:36Ticari dünya savaşı
06 Nisan 2025 Pazar 09:31Bizden nefret ediyorlar
03 Nisan 2025 Perşembe 13:45



