İlker Yıldız
Gözaltı değil gözdağı
Daha iki gün önce yazdığım yazının üzerinden 48 saat geçmeden öyle şeyler yaşandı ki artık aklı selim bir şekilde yorum yapmak giderek zorlaşıyor.
Yıllardır Türkiye’nin bir hukuk devleti olması gerektiğini, adaletin herkes eşit bir şekilde tahsis edilmesi gerektiğini söyleyip duruyoruz. Ancak ne yazık ki son yıllarda adeta yargı muhalefete bir kırbaç görevi görürken iktidar yanlılarına ise gül bahçelerinde çay partileri düzenliyor.
Türk siyasi tarihi belki de ilk defa böyle bir dönemden geçiyor. İfade özgürlüğü öyle kısıtlanmış durumda ki Türk siyasetinin en önemli siyasi figürleri uydurma sebeplerle açıklamalarından, sosyal medya paylaşımlarından ya da dedikodu sayılabilecek iddialardan gözaltına alınıyor.
Böyle bir iklimde insanlara “eleştirmeyin, konuşmayın, düşünmeyin” mesajı veriliyor.
Hepimiz bunun farkındayız.
Aynı gün içerisinde sabah baskınıyla önce CHP Gençlik Kolları Başkanı Cem Aydın göz altına alındı.
Saatler sonra canlı yayında adaletin herkes için eşit ve adil olması gerektiğini söyleyen Ekrem İmamoğlu’na konuşmasının üzerinden 1 saat geçmeden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından jet hızıyla “tehdit ve hedef göstermekten” bir soruşturma daha açıldı. İntikam hırsı ve yıldırma duygusu yetmemiş olacak ki Ekrem İmamoğlu gibi paylaşım yapanlara da soruşturma açılacağı bildirildi.
Soruşturma, göz altı falan dediğime bakmayın. Gözaltı değil bu. Gözdağı.
Aradan saatler geçti Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’a cumhurbaşkanına hakaret suçundan dolayı apar topar Ankara’da yemek yerken gözaltına alındı. İkamet adresi Ankara olmasına, bahsi geçen konuşma Antalya’da yapılmasına rağmen yine İstanbul Başsavcılığı tarafından İstanbul’a getirtildi. Daha doğrusu ben bu yazıyı yazarken hala karayoluyla Ankara’dan İstanbul’a geliyor. Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu’nun ifadelerine göre de büyük ihtimalle gece boyunca İstanbul Emniyet’te tutulacak. Rıza Akpolat’a da benzer bir uygulama yapmışlardı. Hukukun genel işleyiş usullerine de uygun değil. Amaç eziyet çektirmek. Eşlerini defalarca bıçaklayan psikopatlar hakkında bu kadar hızlı çalışmıyor kolluk kuvvetleri ya da savcılık makamları. Siyasilere yapılan bu muamele zaten soruşturmaların, gözaltına almaların siyasi olduğunun ispatı niteliğinde.
NEDEN “CUMHURİYET” SAVCISI
Neresinden tutsak elimizde kalan bir hukuksuzluk ortamı.
Kendimi tekrar edip okuyucuları da sıkmak istemiyorum. Ama bir kaç kelam etmezsem bu okuyucularıma da Atatürk’ün bize emanet ettiği cumhuriyet ve demokrasi değerlerine de haksızlık olur.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece cumhurbaşkanı değil. Aynı zamanda AKP Genel Başkanı. Bir siyasi parti lideri. Kendisi, ittifak ortağı Devlet Bahçeli ve hatta bu partilerin diğer yetkililerinin muhalefet mensuplarına karşı amiyane tabirle bir ana avrat sövmedikleri kaldı.
Neler neler işittik, okuduk bu isimlerin ağızlarından ya da klavyelerinden. Hakaret de vardı açık küfürler de. “Sürtük” demişti mesela cumhurbaşkanı muhaliflere.
Halk kin ve nefrete kapılmadı. Kemal Kılıçdaroğlu defalarca hedef gösterildi. Linç girişimine uğradı.
Yahu bunların hiç birinde bir tane cumhuriyet savcısı re’sen soruşturma açmıyor da, en hafifinden “zillet” ifadesi bile hakaret sayılmıyor da, daha geçen hafta Müsavat Dervişoğlu’na Ülkü Ocakları Genel Başkanı’nın sözleri tehdit olarak değerlendirilmiyor da Ümit Özdağ’ın ve Ekrem İmamoğlu’nun sözleri mi hakaret sayılıyor?
Dün canlı yayında Sevdagül Tunçer çok güzel ifade etti, ben de tekrar edeyim.
Partiler arasında kast sistemi mi var?
Kendisine bir eleştiri gelince cumhurbaşkanına hakaret oluyor da kendisi en ağır hakaretleri edince siyaseten söylenmiş Genel Başkan ifade özgürlüğü mü oluyor?
Bizleri aptal sanıyorlar sanırım. Başka açıklama bulamıyorum. Ya da açıklama yapmak da umurlarında değil. “Kimi kime şikayet edeceksiniz” rahatlığındalar sanırım.
Bir dipnot düşeyim.
Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt neden sadece savcıların sıfatının “cumhuriyet savcısı” olarak yazıldığını Büyük Atatürk’e şöyle izah eder.
“Devletin her kademesinde olanlar yanlış yapabilirler. Hukuk dışına çıkabilirler. Onlara millet, devlet ve ikisini de kucaklayan cumhuriyet adına hesap soracak olan savcılardır. Onun içindir ki sadece savcılar için -cumhuriyet savcısı- denilmelidir.”
Nefis bir açıklama değil mi?
DEMOKRASİYE YAZIK EDİLİYOR
Rakiplerini yargı yoluyla sindirmeye, elemeye çalışan bir iktidar sandıkta halktan daima tokat yemiştir.
Şimdi bu cümlem üzerine de halkı iktidara tokat atmak için tahrik mi etmiş oldum acaba?
Bilemiyoruz ki? Hukukçular da bilemiyor. Avukatıma sordum. “Her an her şey olabilir. Burası Türkiye” dedi.
Kendileri çalıp, kendileri söylüyorlar.
Benim tek temennim “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” düsturuyla hayatını idame ettiren mütedeyyin AKP seçmeninin bu gelişmelere karşı “bu kadar da olmaz” demeleridir.
Böyle hukuk olmaz. Böyle yargılama olmaz. Ancak siyasal iletişimciler iyi bilir ki bu yaşananlar muhalefetin oyunu artırmaktan, muhalefeti yekpare hale getirmekten başka bir işe de yaramayacaktır.
Allah sonumuzu hayır etsin.