İlker Yıldız
Kırmızı Kart
CHP lideri Özgür Özel geçtiğimiz Perşembe Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin toplu açılış töreninde bir süpriz açıklayacağını söyleyerek tüm Türkiye’yi meraklandırmıştı.
Konuşmasını dikkatle dinledikten sonra “ee süpriz nerede?” gibi bir tepki verdiğimi hatırlıyorum.
Özgür Özel vatandaştan iktidara “kırmızı kart” göstermelerini istedi. Bu kampanya doğrultusunda da vatandaşa kırmızı kart dağıtılacağını söyledi.
Bu büyük bir beklenti oluşturarak lansmanı yapılan kart meselesi normal bir demokraside çok havalı bir protesto ya da seçim kampanyası olarak görülebilir.
Ama Türkiye oraları çoktan geçti maalesef. Bunu görmek, yapıcı eleştirileri duymak yerine Özgür Bey maalesef “Ben daha önce seçim kazandım, ne yaptığımı biliyorum” diyerek eleştirilere kulağını kapatıyor gibi duruyor. Siyasal iletişim eğitimi almış biri olarak kırmızı kart olayının “ofsayt” olduğunu düşünüyorum.
Zira asgari ücretin, emekli maaşının tatmin etmediği, hayat pahalılığının, haksızlığın, hukuksuzluğun arşa çıktığı bir Türkiye ortamında iktidara dünyayı dar edeceğini söyleyen CHP’den seçmenin daha somut beklentileri olduğunu, daha agresif çıkışlar beklediğini düşünüyorum.
Tüm meslek gruplarını toplu greve davet edebilir mesela.
Her gün sırayla bir milletvekili meclis önünde asgari ücret ve emekli maaşı eylemine liderlik edebilir.
Her şeyden öte kırmızı kart genelde bir futbol terimi olarak futbola dair bir ilgisi, bilgisi olmayan seçmene çok da bir şey ifade etmeyebilir. O yüzden kısıtlı bir kitleye hitap etme tehlikesi var.
CHP belki cumhurbaşkanı adayının oy almasında sorun yaşamasa bile seçmenin hafif bulduğu bu tepkiler milletvekili seçimlerinde oy kaybına uğrayabilir.
Özgür Özel “bir bildiğim var” diyor.
Zaman gösterecek.
PASAPORTLARDA SHRINKFLASYON
Ekonomide gün geçmiyor ki yeni tabirler öğrenmeyelim.
Yine geçen hafta bir sosyal medya kullanıcısı 2014’te aldığı pasaportun 60 sayfa olduğunu söylerken 2024’teki aldığı yeni pasaportun 38 sayfa olduğunu pasaportları videoda göstererek ispat ediyordu.
Bunun üzerine shrinkflasyon tabirini çok görür olmaya başladık.
“Şirinkfilasyon” şeklinde okuyabileceğimiz Shrinkflasyonu ekonomist Mahfi Eğilmez geçtiğimiz haftalarda net bir şekilde açıklamıştı. Özetlemem gerekirse shrinkflasyon fiyatın aynı kalarak ürünün boyut, ağırlık ya da hacminde hizmetin de içeriğinde azalış halidir. Ekmek fiyatını aynı tutmak için gramajın düşürülmesi buna bir örnektir.
Pasaport örneği tam olarak bir shrinkflasyon mudur bilinmez ama 2022 yılında yeni çipli pasaportların devreye girmesiyle 60 olan sayfa sayısının 38’e düşürülmesi sonrası “pasaportun kalitesi, güvenliği arttı” gibi bir açıklama yapıldı. Açıkçası bu kullanıcının derdi değil. Bu devletlerin kendileri için uyguladıkları bir güvenlik tedbiriydi.
Sonuç olarak kullanıcı, tüketici açısından işlevi aynı olan pasaportun sayfa sayısı azalmış oldu.
2021 Ocak ayında 3796 lira olan 60 sayfalık bir pasaport 2025 Ocak ayında 38 sayfa olarak 11.274 liraya verilmeye başlandı. Sık seyahat eden biri için 10 yılda 38 sayfa çok yetersiz olduğunu söylemeye gerek yok.
Ayrıca dünyada bir tek Türkiye’de örneğini gördüğüm Yurtdışı çıkış harcı da 710 Türk Lirasına çıkarıldı.
Yani konu Shrinkflasyonun çok ötesinde argo ifadeyle kazıkflasyona evrildi.
Vatandaşlar vize randevusu bile bulamazken devlet bu sorunu çözeceğine nereden nasıl daha vergi alırım da şirketlerin sildiğim borçlarını karşılarım diye düşünüyor.
Çok yazık.
KISA KISA YORUMLAR
Dün savcı adayı Mithan Can Yalman’ın mobbing ve tehditler nedeniyle intihar etmesi beni derinden etkiledi. 29 yaşında gencecik bir savcı adayı olan Yalman ardında bıraktığı intihar mektubunda Koordinatör Hakim M.Ç.’nin ve mentor savcı S.Ü.Y.’nin mobbing ve tehditlerine daha fazla dayanamadığını yazmış. Mektubunda ayrıca bu kişilerle ilgili şikayetlerine de ilgisiz kalındığını belirtmiş. Hakimlik sınavında derece yaptığı halde mülakatta elenip intihar eden Avukat Mert Akdoğan’ı da unutmadım elbette. Ne diyeceğimi tam bilmiyorum ama sadece şu kadarını söyleyeyim: Bu ülkeyi bu hale getirenlerle mücadele edip, bu kişileri cezalandırmak muhafaletin en önemli önceliği olmalıdır. Bu ülke düzelecekse bu insanları hayattan koparan adaletsizliğin sorumluları cezasını çekecek de öyle düzelecek.
Magazin dünyası dizi, film sektöründeki adam kayırmacılık iddiaları üzerine sarsılmış durumda. Teyit eden de var inkar eden de. Savcılık da konuyla ilgili resen soruşturma başlattı. Neden bu kadar şaşırıldığını tam olarak anlamış değilim. Nepotizmin hüküm sürmediği bir alan kaldı mı güzel ülkemde. Batı eğitim sisteminde networkün önemine çok düşerler ama nepotizm ile networkü birbirine karıştıran bir toplumda böyle şeylerin olması çok normal. O yüzden şaşırmadım.
Televizyon demişken aklıma sinema eleştirmeni Murat Tolga Şen’in attığı bir tweet geldi. Şen 2000’li yılların başındaki Kanal D yayın akışıyla, geçen haftaki yayın akışını karşılaştırmış. Prime-Time kuşağında 20.00 ile 24.00 arası dört dizinin olduğu bir dönemden tek bir dizinin özetiyle, 2 saat 10 dakikayı aşan güncel bölümüyle kuşağı tamamen kapattığı bir döneme geçişi yazmış. Bir günlük yayın akışının sadece 4 saatinin dizilere ayrıldığı bunun da 2 saatinin yerli dizi, 2 saatinin yabancı dizi olduğu, geri kalan bölümlerde çizgi film, belgesel ve müzik programları olduğunu ifade eden Şen 2025 Ocak ayında ise 24 saatin 14 saatinin yerli dizi geri kalan zamanında kimin kime kaçtığı, kimi öldürdüğünün konuşulduğu gündüz programları ve ana haberin olduğunun altını çizmiş. Televizyon ölmüş, üzerine toprak atılmış da biz söylemeye utanmışız belli ki...
Son yıllarda çoğu kişi “artık televizyon izlemiyorum, Youtube izliyorum” diyor ya hani. Buna ben de dahilim. Artık televizyon izlemiyorum diyoruz ama bunun tek sebebi YouTube’un istediğiniz an istediğiniz şeyi izlemenizi sağlayan özgürlük ortamı değil. Gördüğünüz gibi TV’lerde artık izleyecek bir şey yok. Amerika’da Almanya’da hala televizyonlar dolu dolu yayınlar yapıyorlar. Çizgi film, yabancı dizi, film, belgesel, eğlence programı yayınlamayan insanları tek düzeleştiren, kültürsüzleştiren bir yayın politikası izliyor kanallar. Şimdi size soru…
Eğer hala eskisi gibi içerikler olsaydı YouTube yine de bu kadar ilgi görür müydü?