
İlker Yıldız
Siyasi intikam
CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’na destek için imza kampanyası devam ediyor.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim bu kampanyanın biraz daha parlatılması, duyurulması gerekiyor ama konumuz bu değil.
İktidar bu imza kampanyasına katılımın az olması için elinden geleni yapmaya çalışıyor. İnsanların özgür iradeleriyle verdikleri imzadan korkan, çekinen bu iktidar ve bu iktidardan korkan kimi yöneticiler Hatay’da konteynerda yaşayan depremzedeleri konteynerdan atmakla tehdit ediyor.
Öğrencileri okuldan atmakla, memurları memuriyetlerinden etmekle tehdit ediyor.
Tek bildikleri şey bu. Tehdit etmeyi, baskı kurmayı yöneticilik sanıyorlar.
Anayasa falan umurlarında değil. Ellerinden gelse ülkede tek bir muhalif bırakmayacaklar.
Perşembe günkü yazımda totaliter rejimlerin genel özelliklerini anlatmaya çalıştım. Tekrara düşmek istemiyorum. Bu iktidar seçimleri pasifize etmek isteyen totaliter, monarşi aşkıyla yanıp kavrulan bir iktidar.
Bu kadarını bilelim, unutmayalım yeter.
FRANKFURT BAŞKONSOLOSU HADDİNİ AŞTI
Bu keyfi ve faşizan uygulamalardan bir tanesi de yaşadığım şehir olan Frankfurt’ta gerçekleşti. Bu yüzden siz kıymetli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
Olay şöyle yaşanıyor.
Frankfurt Başkonsolosluğu’nun organize ettiği ve Başkonsolosluğa ait Türk Kültür Merkezi’nde 22. Yıl Bahar Konseri verildi. Bu konsere katılan insanların çoğu birbirini tanıyan insanlar ve CHP Frankfurt Birliği yetkilileri de İmamoğlu’na destek imzası atmak isteyen olabilir diyerek konsere formları yanlarına alıp gidiyorlar.
Gerçekten de konser başlamadan önce yaklaşık 25 kişi imza vermek istediğini söyleyip, imza atıyorlar. Daha sonra isminin Ozan olduğunu öğrendiğim bir yetkili CHP’lilerin yanına gidip binanın başkonsolosluğa yani devlete ait bir bina olduğunu, burada imza toplama gibi şeylerin yapılamayacağını, böyle bir şey yapmak isteniyorsa binanın dışında yapılmasını söylüyor.
Yetkililer bu isteği anlayışla karşılayıp mekanın dışında imza almaya devam ediyorlar. Aradan yaklaşık 15-20 dakika geçtikten sonra bu kişi bir kez daha geliyor ve bu sefer binanın içinde alınan imza formlarına el koymak zorunda olduğunu söylüyor.
Yetkililer “buna hakkınız yok” deyince “Başkonsolosumuzun talimatı” diyerek kağıtları alıyor ve kağıtların Başkonsolosluk binasına götürülüp, orada imha edileceğini söylüyor.
Buna itiraz eden yetkililerin zorlamasıyla en azından imha işlemini o an eliyle kağıtları yırtarak gerçekleştiriyor.
Keşke CHP’liler o kağıtları görevliye teslim etmeselerdi diye düşünmedim değil zira böyle bir şey yapmaya asla hakları yok. Yaptıkları her tehdidin de içi bomboş ama insanlar tedirgin olmuşlar ve tatsızlık çıksın istememişler.
Bu iktidar siyasi ömrünü çoktan doldurdu. Zorbalıkla ayakta kalmaya çalışıyor. Elbet bir gün bu iktidarın fiili ömrü de sona erecek. O gün geldiğinde ortada AKP diye bir şey kalacak mı sanıyorsunuz?
Kalmayacak.
Bu ülkenin muhalif vatandaşını düşman bir ülkenin vatandaşı gibi görme alışkanlığı iktidar bir gün değiştiğinde bu koltuklarda oturan insanlara hatırlatılacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın buna.
“İktidar değişimini bir intikam hırsına çevirmemeliyiz vs” gibi söylemler var, evet ama bunu canı yanmış, haksızlığa uğramış, işinden, aşından, özgürlüğünden olmuş insanlara anlatsanıza. Bakın bakalım ne cevap alıyorsunuz.
Burada biraz felsefeye girelim isterim çünkü bu intikam alma konusu kafamı çok kurcalıyor.
Muhaliflerin yaşadıkları haksızlığa karşı “keser döner sap döner gün gelir hesap döner” şeklindeki isyan cümleleri kulağa intikam almak gibi gelebilir.
Ama bu konu kimisine göre intikam değil adaleti sağlamaktır. Birilerinin yaptıklarından dolayı adil şekilde yargılanmasını istemek intikam değildir.
Dolayısıyla aslında söylenmek istenen intikam değil adalet arayışı ama iktidarın kendi seçmenini konsolide etmek için “bunlar gücü ele geçirirlerse bize yaşam alanı bırakmazlar” demesinin de bir sebebi var.
SİYASİ İNTİKAMIN FELSEFEDE YERİ VAR MI?
Bu konuda felsefede dört temel bakış açısı var.
Adım adım gidelim.
Siyasi intikam, bireyin ya da grubun, geçmişte yaşadığı haksızlıkları (sürgün, hapis, linç, dışlanma vb.) siyasal güce ulaştığında cezalandırıcı yollarla telafi etmeye çalışmasıdır. Bu cezalandırma genellikle hukuk dışı ya da sınırda yollarla olur:
Yargıyı siyasallaştırma
Karşıtlarını medyada itibarsızlaştırma
Eski aktörleri kamu görevlerinden uzaklaştırma
Hafıza siyaseti üzerinden geçmişin hesaplaşmasını yapma
Aslında AKP’nin ilk iktidara geldiği günden beri seküler kesime ve kendi tabirleriyle Cehape zihniyetine karşı uyguladığı hemen her türlü politika ve söylem siyasi intikamın bizzat kendisidir.
Biz olası bir CHP iktidarında AKP’ye karşı bir siyasi intikam olur mu diye sorgularken daha ilk tanımda 23 yıldır yaşadığımız dünyanın siyasi bir intikam dünyası olduğunu görüyoruz.
Her neyse devam edelim...
Burada görüşüne başvuracağımız 4 isim var.
Immanuel Kant, Jeremy Bentham, Aristoteles ve Machievelli.
Kantçı etik anlayışında bir eylemin evrensel ahlak yasasına uygunluğu esas alınır. İntikam duygusu öznel ve duygusal olduğu için ahlaki değildir. Kant’a göre adalet kişisel çıkar ya da duygularla değil objektif yasalarla sağlanmalıdır.
Siyasi intikam bu yüzden Kantçı etik açısından reddedilir.
Eğer cezalandırma intikam amacıyla yapılıyorsa, bu adalet değil öç alma olur. Ancak adil ve eşit bir yargılama intikam değil haktır. Ve bu meşrudur.
Jeremy Bentham’ın kurduğu, John Stuart Mill’in geliştirdiği Faydacı Etik Anlayışında temel amaç toplumsal mutluluğu ve genel iyiliği arttırmaktır. Eğer siyasi intikam, toplumda adaleti yeniden tesis edecekse ve korkuya değil güvene yol açıyorsa haklı görülebilir.
Ancak intikamdan doğan politikalar, genellikle toplumsal kutuplaşmayı artırır. Örneğin bir iktidarın önceki dönemin aktörlerini hedef alması, rövanşist duygular yaratır. Bu da faydadan çok zarar üretir.
AKP göreve gelir gelmez geçmiş dönemin aktörlerinin üzerini çizerek aslında kendisine yönelen bugünkü öfkenin temelini atmış oldu. Bu bir kısır döngü de diyebiliriz aslında.
Dolayısıyla Faydacı etik de siyasi intikamı meşru saymaz, çünkü net fayda değil, toplumsal gerginlik üretir.
Aristotales’in Erdem Etiği ‘ne göre ise ahlak eylemlerden çok karakterle ilgilidir ve kin gütmek Aristotales’e göre erdemsizliktir. İntikam güdüsü liderin öfke, kibir gibi negatif duygulara yenik düştüğünü gösterir. Siyasi liderlikte erdem bağışlayıcılık, sabır, adalet ve ölçülük gibi nitelikler sayesinde olur.
Bu anlayışta “geçmiş yargılanabilir ama geçmişle yaşanmamalıdır”
Geldik son teoriye...
Tüm totaliter rejimlerin akıl hocası Machievelli’ye.
Realpolitik Anlayışına göre siyasette etik değil güç dengesi, strateji ve etki önemlidir. İktidar düşmanlarını saf dışı bırakmak ve kendi düzenini kurmak zorundadır.
Machiavelli’ye göre lider, korkulan ama nefret edilmeyen biri olmalıdır.
Siyasi intikam bu sınırı aşarsa, gücünü korumak isterken meşruiyetini kaybedebilir.
Belki de şuan iktidarın meşruiyetini tartışmamızın sebebi budur ne dersiniz?
23 yıldır bitmek bilmeyen bir intikama maruz kalan bir muhalefet var ve artık insanlar korku duvarını aşmakla kalmayıp, iktidarın açıklamalarının hiç birine inanmayacak hale gelmiş durumda.
Bu bilgiler bizi nereye getiriyor?
İktidar 23 yıldır kendi yaptığı şeyin kendisine yapılmasından korkuyor.
Şimdi bu arkadaşlar muhafazakar ya hani...
Bakalım Kuran-ı Kerim intikam ile ilgili ne diyor.
“Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın aynısıyla ceza verin. Ama sabrederseniz, bu daha hayırlıdır”
(Nahl, 126)
“Bir kötülüğün karşılığı onun kadar bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa, onun mükâfatı Allah’a aittir”
(Şura, 40)
Bu ayetlerde cezalandırma hakkı tanınsa da, üstün tutulan değer affetmektir. Yani adalet ile intikam birbirinden ayrılır: İlki ilahi düzene uygundur, ikincisi nefsi duygulara dayanır.
İslam Hukuku’na baktığımızda ise kısas kavramını görüyoruz görmesine ama kısas eşittir intikam demek değildir. Kısas belli bir sistemi olan, adil ve sınırlı bir cezalandırmadır. Ama çoğunlukla affetmenin büyüklüğünden bahsedilir.
Oysa siyasi intikam genellikle ölçüsüz, keyfi ve öç alma duygusuyla yapılır. Dolayısıyla İslam Hukuk’unda yeri yoktur.
Elbette Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik bir hukuk devleti özelliğini koruyarak evrensel hukuk normları çerçevesinde herkesin yargılanabildiği, yargının bağımsız ve özgür olduğu bir ülke olmak zorunda.
Ve elbette yukarıdaki tüm örnekler meseleye felsefi açıdan bakmakla ilgili.
Olması gereken adil, bağımsız ve özgür bir yargı sistemi içinde herkesin eşit bir şekilde yargılanmasıdır.
Bir kişi sırf başka partiden diye cezaladırılıyorsa bu siyasi intikamdır. Ama kişi bir suç işlediyse özgür ve bağımsız bir mahkeme tarafından yargılanması adaleti sağlamaktır.
Sonucu ne olursa olsun...
Tek bir şartla...
Özgür ve bağımsız olduğuna herkesin emin olduğu bir mahkeme....