İlker Yıldız
Adam yine mi kazandı?
61 yıllık Baas Rejimi Beşar Esad’ın devrilmesiyle sona erdi. Tüm dünya günlerdir bu olayı konuşuyor.
Konuyla ilgili Haber240 yazarlarından Işın Eliçin Hanım’ın yazdığı “Suriye’de olanı biteni anlama kılavuzu” başlıklı yazı dizisini mutlaka okuyun. Işın Hanım başından sonuna süreci çok iyi analiz etmiş.
Bu yazının konusu ise 16 Aralık’ta yeni seçilen Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’un abartılı Erdoğan övgüsüyle alakalı olacak. Donald Trump’u dünya siyasetini takip eden herkes az çok tanıyor. Ülkeleri kişilere indirgeyen bir dil kullanır, 19. Yüzyıl öncesi dünya düzenini anımsatacak şekilde “O böyle yaptı, ben böyle yaptım” diyerek ülkelerin kurumsal varlığından çok ülkeyi yöneten kişilerin özgül ağırlığına vurgu yapar. Kendi ülkesiyle ya da diğer ülkelerle ilgili konuşurken açıklamaları kişileri odak noktasına alır. Ve son derece kibirlidir.
Elbette ülkeyi yöneten kişiler siyasette belirleyici olabilir ama demokratik devletlerde yöneticiler devletin kurumsallığıyla bütünleşiktir. Milli çıkarların kurumsallığı dışına çıkamazlar. Özcümle “Ben 58 füzeyle Esad’a saldırdım” diyen Trump hiç o kadar da özgür değildir. Güçler ayrılığı ilkesi Trump’un kafasına göre at koşturmasına izin vermez. Öncelikle bu gerçeği bilmek onun açıklamalarını okumak için önemli bir ipucu olacak.
İşte nevi şahsına münasır Trump 16 Aralık’ta bir gazetecinin “Suriye’de bulunan 900 Amerikan askeri konusunda ne yapacaksınız?” sorusuna cevap verirken aşırıya kaçan bir Erdoğan övgüsü yaptı. Özetle şu sözleri söyledi:
Bölgedeki en büyük güç Türkiye. Erdoğan benim uzun zamandır iyi anlaştığım biri. Erdoğan çok güçlü biri ve çok güçlü bir ordu kurdu. Rejimin devrilmesinin arkasında Türkiye var. Erdoğan çok zeki biri. Türklerin binlerce yıldır istedikleri şeyi aldı. Oradaki yeni rejim Türkiye tarafından kontrol edildi. Erdoğan çok zeki biri ve Türkiye dosthane olmayan şekilde bir ele geçirme gerçekleştirdi. Çok fazla can kaybı da yaşanmadı. (Burada işgalci anlamı da çıkabilir. Çok tehlikeli bir ifade. İkinci kez Erdoğan’ın çok zeki olduğunu vurguladı) Askerlerimin orada ölmesini istemiyorum.
Bu sözlerin akabinde iktidar medyası adeta bir zafer kazanmış gibi bir haleti ruhiyeye büründü. Suriye’nin şehirlerine tek tek plaka numarası verecek kadar şahlandılar. Aynı Trump 9 Ekim 2019 tarihinde “Aptal olma” diye bitirdiği mektupta açıkça Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Türk ekonomisini mahvetmekle tehdit etmişti. 5 buçuk yıl sonra yeniden göreve gelen Trump’un bu övgü dolu sözlerinin altında anlam aramak istemeyen iktidar medyası bu sözleri bir zafer övgüsü olarak gördü.
Aylar boyunca Esad ile görüşmeye çalışıp red cevabı alan hükümetimiz pek tabi bu süreçten bir zafer çıkarmak istiyor olabilir. Ancak... Bizim böyle bir rolümüzün olmadığı bu süreçte varmış gibi davranmak Türk dış politikasının temel ilkerine son derece aykırı bir durum. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dış politika anlayışı asla ve asla yayılmacı bir anlayış içermediği gibi komşu ülkelerin iç işlerine karışmayı da kesin olarak reddeden bir anlayıştı.
Atatürkçülüğün karşısında konumlanan bir Erdoğanizm yaratma hevesindeki aydınlar milli dış politika doktrinini tam anlamıyla özümsemedikleri için bu tarz “fetih” methiyelerinden haz duyuyor gibi duruyorlar. Komşularımızın toprak bütünlüğü bizim ulus devlet anlayışımızın temelini oluşturmaktadır. Tüm bu yanlışlara rağmen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın aklıselim açıklamaları kısmen umut verici. Gelelim asıl soruya. Peki neden Trump böyle bir açıklama yaptı? Amacı gerçekten de “Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek” miydi? Bence kesinlikle hayır.
Trump amiyane tabirle ihaleyi bize yani Türkiye’ye yüklemeye çalışıyor. Şimdiden ortaya çıkan belirsizlik sürecinden ve gelecekteki olası kaostan Türkiye’nin sorumlu olduğunu söylemek için zemin hazırlıyor. Şu an Suriye’de herkes mutlu görünüyor olabilir. Ama 1979 İran Devrim’inde Şah’tan kurtulduğu için sevinç çığlıkları atan halk Hümeyni’nin kurduğu İslam Cumhuriyeti’nde de aradıkları huzuru bulamamışlardı. O süreci merak edenler Persepolis isimli animasyon filmini izleyebilirler.
Suriye İran’dan çok daha fazla etnik kökenden ve dinden insanın yaşadığı bir ülke ve bu ülkedeki kaos ortamının merkezinde konumlanmak Türkiye için tarihi bir hata olur. Bu oyuna asla gelmemeliyiz. Eğer Türkiye Suriye’de kalmaya devam edip “oyun kurucu” ya da “abi” olma hevesiyle politika belirlerse Orta Doğu bir karadeliğe dönüşebilir.
Türkiye Cumhuriyeti asla işgalci bir ülke olmadı ve böyle benzetmeleri kesin dille reddetmelidir.
Son olarak şunu da söylemek istiyorum. Esad’ın devrilmesi ve Trump’ın sözleri “Adam yine kazandı” yorumları yapılmasına vesile oldu ama herkes müsterih olsun. Halkın derdi Suriye falan değil. Halkın bu konuyla ilgili tek beklentisi “geçici sığınmacı” statüsündeki Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri. Cumhuriyet tarihinin en büyük ve uzun soluklu ekonomik krizinde evine ekmek götürme derdindeki insanların bu gerçek dışı ve bir o kadar da tehlikeli fetih sloganlarından etkileneceğini sanmıyorum.
Teşekkür
Başta yazmam gerekeni sonda yazmış gibi oldum ama Haber240’ta yazmaya başlamaktan dolayı çok heyecanlıyım. Beni Haber240 okuyucularıyla buluşturan Bengü Şap Babaeker ve bu tanışıklığa vesile olan kıymetli ağabeyim İsmail Saymaz’a çok teşekkür ederim. Bundan böyle Salı, Perşembe ve Pazar günleri sizlerle buluşacağım.
Yolumuz açık olsun!