
Zeliha Altuntaş
BAHAR UMUT CESARET
"Tıpkı hakikatin düşünce sistemlerinin ilk erdemi olması gibi, adalet de toplumsal kurumların ilk temelidir."
John Rawls
Siyaset felsefesi düşünürü-kurucusu, Platon, Atina şehir devletlerinde toplumsal ve politik yaşamı kurgulamak amacıyla Devlet adlı eserini yazmıştır. Bu eserinde: “Biz devleti, bütün yurttaşlarına birden mutluluk versin diye kuruyoruz, yoksa bir sınıf ötekilerden daha mutlu olsun diye değil. Çünkü en iyi devlette adaleti, en kötü yönetilen devlette de adaletsizliği görürüz“ der. Görüldüğü üzere Platon devletinin temeline "adalet" ideasını yerleştirmektedir. Onun devletinin temeli adalettir.
Birbirini zorunlu olarak gerektiren iki unsur olan Hukuk ve Adalet olguları bugün de yaşadığımız sürecin ana tartışma eksenini oluşturmaktadır. Hukuk ve Adalet kendi alanlarını adeta terk ederek siyasetin bir aparatı haline gelmekle kendi varlık gerekçesini de inkar eder hale gelmiştir.
*
Temel İnsan Haklarını baz almayan bir devlet anlayışının, insan onurunu zedeleyerek insan haklarını ihlal etmesi şüphesiz kaçınılmazdır.
Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı, İnsan Hakları Evrensel Değerlerinin korunmadığı, aksine insan hakları ihlallerinin yaşandığı otoriter yönetim şeklini yaşadığımız şu günlerde toplumsal bir çürümenin eşiğindeyiz. İktidar tarafından bir öteki oluşturuldu ve ötekilerin hak ve hukuku kamusal alanda yok sayılmaktadır.
Temel kişi haklarının yasa ile düzenlenmiş olmasına rağmen, ötekileştirilen tüm kesimler için hayatta, kamusal alanda bu durum onlar için bir güvence oluşturmamaktadır.
Oysa toplumsal barışın sağlanabilmesinin temel koşulu biz ve öteki ayrımının öncelikle ortadan kalkmasıdır.
Barış, temel insan haklarının yalnızca hukuk literaturunda yer almasıyla değil toplumsal özgürlüğün ve eşitliğin adalet temelli sağlanması ile gerçekleşir. Barış, uzun masalar etrafında pazarlık ile değil, halkların eşit hak temelli kucaklaşmasıyla sağlanır.
*
Küresel güç merkezlerinin emperyalist paylaşım savaşları, kitlesel göç dalgaları, artan ırkçılık, faşizmin kadrolaşması, derin yoksulluk, eşitsizlikler, iklim krizi, ekolojik yıkım ile çoklu krizler çağındayız, nefes almakta zorlanmaktayız. Temel bir yöntem olarak da, popülist-faşizmin, bizlerin karşısında ötekileri yaratarak nefret söylemleri üzerinden şiddeti örgütlediğini görmekteyiz.
Evrensel özgürlüğün ve barışın öznesi olarak insanlığın kurtuluşu ile kendi kurtuluşumuz arasında diyalektif bağı sosyo-ekonomik ve politik olarak çoğulculuğa evrilterek eylebilirsek tarih yazarak, tarihin özneleri olabiliriz. Bizi yurttaş olmaktan çıkartıp iliklerimize kadar emeğimizi, ruhumuzu, zamanımızı, umutlarımızı sömürerek metaya çeviren bu sisteme karşı kolektif bir akıl-kolektif bir bilinç ile toplumsal bir güce çevirebiliriz.
Yaşanan "Sivil Darbeye" karşı bu toplumsal güç harekete geçerek, tüm Türkiye tek yürek ayağa kalkmış ve toplumsal direniş sergilemenin örneğini ortaya koymuştur. Çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek, Türk Kürt, Alevi Sünni, emekçi işveren tek payda da ADALET arayışında kenetlenmişlerdir. Üniversiteler, barolar, meslek örgütleri, kadın hareketi, ekolojik hareketler ortak müştereklerde sokaklarda tarih yazmışlardır.
*
Yahudi Soykırımı üzerine çalışmalar yürüten Yale Üniversitesi'nden Prof. Snyder "faşizm geliyorsa nasıl davranmalı" diye sorar ve şu cevabı verir:
"…İtiraz et. Birileri etmeli. Doğruyu söyle. Birileri doğruyu söylemeyi göze almalı. Ne fazla gözü kara ol ne de çok korkak biri. Cesaret söyleyeceklerini doğru zamanda, uygun bir dille söyleyerek iki uçtan kaçınıp ortayı düşünerek bulmaya denir. Elbette hiçbirimiz kendimizi kolayca ele vermemeli, hapse girmemeye çalışmalıyız. Ama biz bile konuştuğumuz için hapse giriyorsak dışarısı içerisinden çok daha kötü hale gelmiş demektir. İnsan cesurca konuşa konuşa cesur biri olur. Bunu yapamazsak, yavaş yavaş yalanların içinde kendimizi de kaybederiz. Zamanla bizden eser kalmaz. En büyük kayıp hakikatin kaybı, kendiliğin kaybıdır…"
Şu yaşadığımız süreçte bu sözlerin bizler için hala bir anlam taşıyor olması son derece trajiktir.
*
Bir kez yıkılmışsa korku, bir kez bakılmışsa özgürlüğün tadına, bilelim ve unutmayalım ki, bitmeyecek bir türkü başlar. İşte bu türkü bizim türkümüz, halkların eşitliğinin ve kardeşliğinin türküsüdür. Barışa, adalete duyulan özlemin türküsüdür. Çocuklarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın, sesi çıkmayan milyonların, ezilenlerin, sömürülen ve ötekileştirilenlerin türküsüdür.