Zeliha Altuntaş

Zeliha Altuntaş

Gezi direnişi ruhu

“Gerçek umut, mücadele edenlerin umududur”

Ernst Bloch

Gezi Direnişi, 2013 Mayıs’ında Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesine karşı öğrenciler tarafından başlatılan ve kısa sürede ülke çapında milyonları harekete geçiren bir eylem olmuştur. Umudun politikleştirildiği bir yurttaş etiği pratiği olarak Gezi Meydanı'na ve "toplumsal hafızamıza" yerleşmiştir. Türkiye tarihine yalnızca bir protesto olarak değil; derin bir toplumsal kırılma ve kamusal uyanış anı olarak yazılmış, belleklerimize kazınmıştır.

Bu şanlı direniş, üzerinden geçen yıllara rağmen sönümlenmiş bir anı ya da bir deneyim olarak değil; bugüne ve yarına taşınan bir etik tahayyül, bir umut pratiği olarak yaşamaya devam etmektedir. Gezi Direnişi, yalnızca bir parkın korunması mücadelesi değil; aynı zamanda yurttaşların hak arayışı, kolektif özneleşme süreci ve politik umudun somutlaşması olarak okunması açısından da bu günümüze ışık tutmaktadır.

GEZİ DİRENİŞİ VE UMUDUN POLİTİKLEŞMESİ

Gezi, baskıcı siyasal iklime karşı "bir anlık reaksiyon" değil, yılların biriktirdiği öfkenin, sistem eleştirisi olarak kamusal alanda ete kemiğe bürünerek otoriterleşmeye karşı kitlesel bir cevap şekli olmuştur. Gezi Direnişi’nde her kesimden insan biraraya gelerek AKP iktidarının baskı politikalarına, anti demokratik uygulamalara, derinleşen yoksulluğa, yaşam tarzına müdahalelere, medyanın susturulmasına, Alevilerin, Kürtlerin, kadınların ve LGBTİ+’ların ötekileştirilmesine, nefret söylemlerine karşı bir itiraz geliştirmiştir. Yaşlı, genç, emekli, işçi, öğrenci, akademisyen, sanatçı, gazeteci, anneler, babalar ortak bir gelecek umuduyla bir araya gelmiştir.

Gezi’nin belki de en temel niteliği, umudu pasif bir beklenti olmaktan çıkarıp, birlikte eyleme dönüştüren bir güce çevirmesidir. Direniş boyunca parkta kurulan kolektif yaşam, “başka türlü bir dünya mümkün” fikrinin yalnızca dile getirilmediği, aynı zamanda deneyimlendiği bir alana dönüşmüştür.

Bloch’a göre "umut geleceği değiştirmeye yönelik iradi bir eylemle değer kazanır." Bu bağlamda Gezi Direnişi politik bir eylemlilik ve etik bir sorumluluk bilinciyle umudun politikleştirilerek örgütlenmesi açısından tarihsel bir mirastır, gençlerimize aktaracağımız… Gezi, bireysel umudun ötesinde, ortak bir gelecek arzusunun kolektif eylemle politik forma bürünmesidir. Bu bağlamda, umut bir duygulanım değil, bir politika biçimi olarak kendini var eder.

YURTTAŞ ETİĞİ - SÖZ SÖYLEYEBİLME HAKKI

Gezi Direnişi deneyiminde, devletin belirlediği “makbul yurttaş” kalıplarının ötesinde, sorumluluk alan, eleştiren, sorgulayan ve dönüştüren bir yurttaşlık biçimi olarak halk, meydanları kamusal bir foruma dönüştürerek söz ve karar hakkını doğrudan kullanmıştır.

Gezi, bu açıdan bir “politik başkaldırı”dır. Hannah Arendt’in “kamusal alan” anlayışı bağlamında, bu direniş politik bir eylem olarak tanımlanabilir. "Bireylerin kamusal alanı işgal ederek politik özneleşme sürecine girmeleridir".

Gezi, yurttaşlığın sadece seçimlerde oy vermekten ibaret olmadığını, tam tersine, sokağın ve kamusal alanın da birer siyaset mekânı olduğunu göstermiştir.

YAS VE DUYGUDAŞLIK

Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Berkin Elvan… Bu isimler yalnızca birer isim değil, halkın belleğinde adaletsizliğe, zorbalığa karşı direnç sembollerine dönüşmüştür. Her biri halkın yüreğinde, belleğinde bir umut kıvılcımı olmuştur. Pir Sultan Abdal gibi, Deniz Gezmişler gibi… Mücadele zincirinin her bir halkası gibi.

Judith Butler’ın “yas tutulabilir hayatlar” kavramı, Gezi Direnişi bağlamında yeni bir anlam kazanmaktadır.. Gezi’de hayatını kaybeden gençlerin ardından tutulan yas, yalnızca duygusal, bireysel bir tepki değil; politik bir sahiplenme, duygudaşlık yoluyla eylem çağrısına dönüşmüştür.

Gezi Direnişi, 12.yılında anmalar vesilesiyle ve oluşturulan hafıza merkezleri ile iktidarın "unutturma" politikalarına karşı hatırlamanın etik bir direniş biçimi olarak varlığını sürdürüyor.

ÜÇ BEŞ AĞAÇTAN FAZLASI

İktidarın “bir kaç ağaç için koparılan fırtına” söylemine karşı gerçekte yaşananlar, doğaya, ağaçlara ve en temelde insanların kendi geleceklerine sahip çıkma pratiğidir. Ve bu direniş aynı zamanda, bir çevre koruma bilincidir. Neoliberal kentsel dönüşüm politikalarına, kartelleşmiş şirketlerin rant odaklı mekân gasplarına karşı bir kent hakkı savunma içgüdüsüdür. David Harvey’in “şehre hakkımız var” söylemi, direnişin özünü anlamak için elzemdir.

Gezi, doğayı yalnızca içinde yaşanılan bir nesne olarak değil; birlikte yaşamın öznesi olarak konumlandıran bir bilinç sıçraması olma açısından da ekolojik farkındalıktır.

Ağaçlara siper olan bedenler, betonlaşmaya karşı kalkan olan eller; doğayla kurulan bu özel ilişki, yalnızca bir tepki olarak değerlendirilmekten ziyade, farklı bir yaşam etiğine çağrıdır.. Gezinin mesajı doğa ile uyumlu, sömürüden arınmış bir kolektif yaşamın en canlı pratiğidir, bir ütopyanın yaşam bulmuş halidir…

GEZİNİN MİRASI HALA GÜNCEL

Gezi Direnişi’nden bugüne kalan miras, kolektif düşünme, birlikte üretme, birlikte direnme anlayışı ve pratiğidir. Güncelliğini yakıcı bir biçimde sürdürmektedir.

Kazdağları’nda, kadın hareketinde, gençlerin boykot eylemlerinde, üniversitelerde akademisyenlerin sessiz ama dirençli tutumlarında, ifade özgürlüğü taleplerinde, bağımsız habercilik girişimlerinde, işçi ve emekçilerin grevlerinde, Alevilerin, Kürtlerin eşit yurttaşlık taleplerinde yaşamaya devam ediyor.

12 Yılında Gezi'de kaybettiğimiz canlarımızı sevgiyle anıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Zeliha Altuntaş Arşivi