İlker Yıldız
Bitti kalem, doldu defter
Ne yazacağız, neyi anlatacağız ki artık? Fenerbahçe ve milli takım efsanesi Lefter Küçükandonyanis için söylenmiş bir tezahürat vardı.
“Bitti kalem, doldu defter” diye başlardı.
Gerçekten de öyle bir yerdeyiz. Öfkemden kelimeleri toparlayıp aklı başında bir yazı yazmakta zorlanıyorum.
Duygularım yazıya yansıyacak, biliyorum ve eğer aşırıya kaçarsam şimdiden tüm okurlardan özür diliyorum.
Bir Arap ülkesinin insan hakları karşıtı şeyhi 99 yaşında ölse günlerce yas ilan edecek olan siyasal İslamcı hükümet bir gecede 78 cana mezar olan bir yangın faciasının ertesinde resmi rakamları açıklamak yerine “büyük ülkücü” Kürşad Zorlu’ya rozet takmakla meşguldü.
Türkiye’nin en pahalı otellerinden birinde yangın riskine karşı en ufak bir önlem alınmadığı için ve devletin yetkili kurumları bu işletmeyi denetlemediği için bu canlar hayatını kaybetti.
İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biridir utanma duygusu.
Yüce rabbim bazısına vermiyor demek ki bu hasleti.
Kültür ve Turizm Bakanı’nın yaptığı açıklamalar bana bunu düşündürdü. Otel Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetleme alanında olmasına rağmen sayın bakan suçu Bolu Belediyesi’ne attı.
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan “yetki bizde değil” dedi. Halk her zamanki gibi kime inanacağını şaşırdı. Daha sonra Halk Tv ekranlarında Tanju Özcan gerçekten de yetkinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda olduğunu ispat etti.
O yayından bir kaç saat önce Adalet Bakanı afilli bir tweet attı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan kimseyi göz altına almadan jet hızıyla itfaiyeden sorumlu Bolu Belediye Başkan Yardımcısını ve Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürünü gözaltına alındığını yazdı.
Biz Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi eğitimi almaya başladığımız yıllarda “siyaset yalan söyleme sanatıdır, yalancı mı olacaksın len” diye şaka yaparlardı büyüklerimiz.
Siyaset yalan söyleme sanatı mıdır değil midir diye düşünmeye vakit kalmadan ülke siyasetini ahlak ve erdem ile sınamaya başladı AKP.
Biz halk olarak sorumluluk kimde diye düşünmek zorunda bile değiliz. Ülkede parti devleti olmasa zaten hemen birbirini çaprazlama olarak denetleyen kurumlar önümüze suçluyu atarlar.
Ancak ülkede biz ve onlar var.
Ve geldiğimiz noktada ölüyoruz ve kimse sorumluluk almıyor.
Gerçekten sorumlu olanlar akşam pahalı arabalarına binip, parası devlet tarafından ödenen güzel evlerinde çay içip keyif çatıyorlar.
Kimse yaptığı hatanın sorumluluğunu alıp, bedelini ödemiyor. Ya da güçler ayrılığının gereği olarak yargı gerçek sorumluların peşine düşmüyor.
Niye şaşırıyorum ki?
Bu ülkede depremde resmi rakamlara göre 50 bin can yitti. O kudretli, o büyük, o hata yapmaz liderin atadığı ilgili hiç bir bürokrat ihmallerinin bedellerini ödemediler.
Eğer hata çok bariz ise cumhurbaşkanından af istenir, hata yapmaz liderimiz af isteyeni affeder, bu zat bir süre ortadan kaybolur. Daha sonra okkalı bir maaşla bir yere tekrar getirilir.
Sistem böyle işliyor.
Tabi bu noktada bir tekrar daha yapayım. Şaşırmamak gerek dostlar. Şaşırmayın bu olanlara.
50 bin can için bedel ödemeyenler 78 can için bedel öder mi?
Bize düşen susmak. Kabul etmek. Sabretmek.
Erdoğan böyle söyledi. Gün birlik olma günüymüş. Oluruz tabi. Bizim memleket olarak en iyi yaptığımız şey iktidarın hataları sonrası öldüğümüzde birlik ve beraberlik içinde olmak zaten.
Yeter ki ağalar, paşalar o güzel koltuklarında sonsuza kadar otursunlar.
Siyasal İslam tam da böyle bir şey değil mi zaten? Kazanmak için her yol mubah ise kaybetmemek için de her yol mubah.
Ne demişti hata yapmaz liderimiz?
“Demokrasi bizim için amaç değil araçtır.”
HUKUK NORMLARI BU TUTUKLAMAYI AÇIKLAYAMAZ
Salı günkü yazımda Ümit Özdağ’ın gözaltına alınıp Ankara’dan İstanbul’a getirtildiğini yazmıştım.
Dün Ümit Özdağ tutuklandı. Bu ülkede Selahattin Demirtaş’tan sonra ikinci kez bir siyasi parti genel başkanı tutuklandı. Selahattin Demirtaş’ın tutuklanma gerekçesi farklıydı, farkındayım ama o karar da hukuksuz ve adil değildi, bu karar da hukuksuz ve adil değil.
Baktılar ki “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasından tutuklanma gerçekleşmeyecek “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan tutukladılar. Gerekçe olarak yıllar önce atılan tweetleri gösterdiler.
X’de Türkiye’deki hukuk sisteminin geldiği noktayı özetleyen bir paylaşım gördüm.
“Avukatlara bir şey sormayın artık. Bizim öğrendiğimiz hukukla uygulanan aynı şey değil. Biz de bilmiyoruz” yazmış bir hesap.
Gerçekten de öyle.
Türkiye’de hukukun işleyişi olması gerektiği gibi değil. Bunu sürekli ifade ediyoruz zaten.
Ancak artık geldiğimiz noktada iktidar mensuplarında ve savcılarda amiyane tabirle “Evet tutukladım, var mı? Evet sizi de tutuklarım, yapabileceğiniz bir şey yok” tavrı var.
Yani güçler dengesi o kadar yok ki en absürt kararlar bile siyasi saiklerle alınabilir ve buna karşı savunma yapmanın bir anlamı yok.
Çünkü zaten olayın hukukla bir alakası yok.
2025 yılında hasbelkader dünya siyasi sisteminde çok da dışlanmak istemeyen bir parti devletinin gelebileceği en uç noktalar da buralar oluyor zaten.
ATATÜRKÇÜ ODAK İTTİFAKI
Yukarıya kadar ki kısmı okuyup umutsuz olduğumu düşünmeyin.
Umutsuz değilim.
Neden mi?
Çünkü muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızdaki asil kanda gizli olduğunu söyleyen atamın izinden giden milyonlar var bu ülkede. Siyasal İslam’dan daha kalabalık bir çoğunluk. Tek sorun bu çoğunluğun dağınık halde olması.
Ancak Ümit Özdağ’a Özgür Özel’in ve Müsavat Dervişoğlu’nun verdiği destek görülmeye değerdi.
Özellikle Dervişoğlu’nun "Herkes iyi bilsin ki; milliyetçiler, Atatürkçüler, demokratlar, vatanseverler artık yarışmayacak. Herkes şahit olsun ki birleşeceklerdir" sözleri benim açımdan da çok kıymetli.
Bu ülkede bir Atatürkçü Odak İttifakı kurulmasını çok istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin muhalifleri sindirmeyi amaç haline getirmiş bir iktidardan kurtulmasının tek yolu Mustafa Kemal Atatürk’ün öğretilerinin etrafında yeniden bir araya gelmek, kurucu ayarlara geri dönmektir. Bu da milliyetçisi, sosyal demokratı, solcusuyla topyekun bir ittifakla mümkün olacaktır.