İlker Yıldız

İlker Yıldız

Gurbette yaşayanları anlama kılavuzu

Türkiye’deki moral bozan haberlerden, sıkıcı siyasi krizlerinden sıyrılıp pazar günleri bu köşede biraz daha farklı şeylerden bahsetmeyi düşünüyorum. Hayata, spora ve sanata dair bir kaç kelam edersem pazar sakinliğinde evinde dinlenirken beni okuyan okurlara da belki bir değişiklik olur diye düşündüm.

İtiraf etmeliyim ki bu yazının konusu dün Oksijen’de Selçuk Şirin hocanın “Yüzyıllık Yalnızlık’tan Kalabalık Yalnızlığa” başlıklı yazısını okurken aklıma geldi. Hoca yazısında Türk Dil Kurumu’nun 2024 yılı için seçtiği yılın kavramının “kalabalık yalnızlık” olduğunu açıklıyor. Yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Zira kendi köşemden hocadan rol çalmak istemem ancak kalabalık yalnızlık tanımı önemli bir kavram.

Selçuk Hoca’nın yazısında da ifade ettiği şekilde bu kavram fiziksel bir yalnızlıktan öte temel arkadaşlık ihtiyacının karşılanamaması durumunu anlatıyor. Gurbette yaşayanları anlama kılavuzu gibi iddialı bir başlığı olan bu yazıyı okurken de kalabalık yalnızlık kavramını bilmek anlamak için önemli.

Bu noktada altını çizmek isterim ki “gurbette yaşayanlar” derken yurtdışında doğup, büyüyen insanlardan bahsetmiyorum. Belli bir yaşa kadar Türkiye’de yaşayıp daha sonra eğitim, iş, evlilik gibi nedenlerle yurtdışına yerleşen insanlardan bahsediyorum. İngilizce tabiriyle “expat” dediğimiz kişilerden. Bu kişiler göç ettikleri yaşa kadar kişiliklerinin oluşmasında etkisi olan sosyal çevreyi, ailelerini bırakıp binlerce kilometre uzağa, yabancı bir kültüre, yabancı bir dilin içine gidiyorlar. Bu neresinden bakarsanız bakın herkesin yapabileceği bir şey değil ve bu insanlar bu değişim sürecine adapte olmak zorundalar.

Bu adaptasyon sürecinde artık yeni bir hayatları olduğunu, bu hayatın kendi dinamikleri olduğunu kabul etmeyi öğreniyorlar. Evet, değişiyorlar. Dönüşüyorlar. Adapte olmaya çalışıyorlar. Hani bazen “sen de gittin gideli değiştin he” diye eleştirilen bu kişiler değişmek, dönüşmek zorundalar. Hele ki belli bir süre geçtikten sonra bu kişilerden Türkiye’deki aynı kişi olmalarını beklemek bir hayalden ötesine geçmiyor.

Psikoloji profesörleri David L. Sam ve John W. Berry’nin “The Cambridge Handbook of Acculturation Psychology” kitabında bu konuyla ilgili nefis bir ifade var. “Accültürasyon süreci, bireylerin farklı kültürel çerçeveler arasında yol almayı öğrenirken kimlik ve değerlerdeki bir değişimi içerir.” Bu kitapta anlatılan Accültürasyon kelimesi Fransızca “acculturation” kelimesinden doğrudan Türkçe’ye geçtiği için kelimenin anlamını açıklamakta fayda var.

Aslında accültürasyon iki veya daha fazla kültürün karşılaştığı, etkileşime girdiği bir süreçtir. Yani aslında kendi kültürünün dışına çıkan herkes bu sürecin içine girer. Bu sürecin genel adıdır. Bu süreç içerisinde birey isteyerek veya istemeyerek asimilasyon, entegrasyon, ayrımcılık veya marjinalleşme kavramlarına geçiş yapabilir. Ama mutlak gerçek bireyin huzurlu yaşamı devam ettirebilmesi için bir şekilde değişime uğraması gerektiğidir.

Bazen ufak değişimler bazense radikal değişiklikler gözlenebilir. Mesela Türkiye’deyken çok dindar olmayan insanların yurtdışında aşırı radikalleşmesi bir marjinalleşme örneğidir. Bu marjinallaşme genel olarak yeni kültüre uyum sağlayamayan, dışlanan bireyin ayrımcılık sürecinin sonunda karşımıza çıkabilir.

Tam da bu kavramları açıklamışken yurtdışında yaşayanlara “Oooh keyfin yerinde tabii” goy goyu yapan kişilerin bu süreçleri de göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Ekonomik bir refah her zaman sosyal bir refah ortamı yaratmayabiliyor. Bunun yanında kişi hem ekonomik hem de sosyal ortamında huzura ulaşmışsa da emin olun ki yukarıdaki bedelleri ödeyerek ulaşmış oluyor.

Kendi doğup büyüdüğü şehirden, konfor alanından hiç ayrılmamış insanların 20’sinden, 30’undan hatta 40’ından sonra böyle köklü bir değişiklik yaşayanları bilip bilmeden eleştirmeleri, her hareketlerine bir yorum yapmaları beni çok kızdırıyor.

Üstüne basarak tekrar söylüyorum bahsettiğim grup yurtdışında doğup büyüyen insanlar değil, belli bir yaştan sonra yurtdışına taşınan kişiler. Nitekim doğup, büyüyen insanların doğuştan itibaren çevresi zaten o ülkede şekillendiği için benzer bir tramvayı yaşamıyorlar. Onların göçmen psikolojisiyle bahsi geçen grubun göçmen psikolojisi arasında büyük fark var.

Bu arada bu yazı “yurtdışında yaşayanları acındırma” yazısı değil elbette. Keyfi yerinde olmayan ülkesine dönüyor zaten. Ben sadece yurt içinde kalanların yakınlarını daha iyi anlamalarına yardımcı olmaya çalışıyorum.
Hepsi bu...

HEM KORKAYIM HEM GÜLEYİM DİYENLER İÇİN : EVİL

evil.jpg

Dün eşimin ısrarıyla ilk sezonu 2019’da yayına giren Evil isimli diziye başladık. Ben böyle rahipli, iblisli dizileri, filmleri pek sevmem aslında ama hanımcılık kazansın dedim, izleyeyim en kötü ilk bölümden sonra “sıkıldım” derim dedim.

Arka arkaya 3 bölüm izledik. Dördüncü bölümü açacaktım ki eşim “uykum geldi” dedi. Dördüncüyü ben açacaktım bu arada, burası çok önemli...Kendi hür irademle. Sevmediğim türde bir dizi olmasına rağmen.

Uzatmayayım, dizi çok hoşuma gitti. Başrollerini Katja Herbers ve Mike Colter’in paylaştığı Olağanüstü olayları bilimle açıklamaya çalışan ateist bir psikolog ile rahip olmaya çalışan bir abimizin başından geçen olayları izliyoruz. Bazı yerlerde geriyor, bazı yerlerde güldürüyor.

Elbette 4 sezonluk, final yapmış bir dizinin ilk 3 bölümünden genel bir değerlendirme olmaz ama işte izlediğim kadarıyla tavsiye ederim. Sonra Lost gibi çok bozarsa da başka bir Pazar günü buradan bildiririm. Zira Lost’taki Benjamin Linus rolüyle hatırladığımız Michael Emerson yine son derece sinir bozucu bir karakterle karşımızda. Bu arada bu adam hiç yaşlanmıyor. 20 yıldır aynı görünüyor.

GASSAL

gassal-dizisi-izleyiciden-tam-not-aldi-7284.jpg

Unutmadan herkes Gassal Gassal diye twetler atarken ben de bu konuda bir kısacık bir yorum yapayım. Kıymetli dostum Volkan Yuca’nın tavsiyesi ve hatta belki de ısrarıyla Gassal’ı izledim. Ben de kendi irademle bir dizi seçimi yapamıyormuşum galiba yahu. Neyse...

Evet Gassal’ı sevdim. Ama tarihin en iyi dizisi muamelesi yapılmasını anlamış değilim. Muhafazakar komedisi tadında, sakin tempolu bir dizi. Şahsen efsane oyunculuk, müthiş senaryo diyeceğim bir Türk dizisi asla değil.

Efsane oyunculuk performası izlediğim bir dizi diye ne zaman düşünsem aklıma ilk Haluk Bilginer ve Okan Yalabık’ın devleştiği Masum dizisi gelir.
Pazar Pazar çok uzattım, futbola yer kalmadı. Haftaya biraz da size kronik Fenerbahçeli dertlerimden bahsederim.

Keyifli pazarlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İlker Yıldız Arşivi