İlker Yıldız
Ne istifası canım?
Kıymetli dostum Memduh Bozkurt ile haftanın en az iki günü siyaset, yaşam, edebiyat veya müzik ile ilgili uzun tartışmalar yaparız. Entelektüel bir etkinlik gayesiyle de değil üstelik.
Muhabbet kendiliğinden oralara gelir. Amiyane tabirle “kafa açan” bu sohbetlerden çok keyif alırım ve bu sohbetler üzerine bazen uzun uzun düşünürüm.
Memduh’la bir kaç gün önce ülkemizde neden bir istifa kültürü olmadığı üzerine bir konuşmaya daldık. Bu konuşmada O tüm iyi niyetliyle olaya bilimsel yaklaşmaya çalıştıkça ben olabilecek en sığ cevapları veriyordum. Ancak bunun sebebi benim sığlığım değildi aslında. Türkiye’deki sistemin sığlığı, kalitesizliği cevapları da çok baside indirgiyordu ister istemez.
Mesela kendisi X’de şöyle bir paylaşım yaptı. “Nedenini bilen varsa söylesin: Türkiye’nin politik kültür geleneğinde neden istifa yok? Neden istifaya Batılı bir icat gözüyle bakıyor elitlerimiz, yoneticilerimiz. Ya da neden bir Japon kültürüymüş gibi algılıyoruz istifayi. İktidari-muhalefeti fark etmez siyasi kültürümüz böyle. Aslinda siyasi sorumluların istifasının hükümet/idare lehine algıya olumlu katkı verdiği tezini destekleyen bi dünya ampirik veri de var. Bunu bilmiyorlar mi? İşlerine mi gelmiyor Halbuki işinize de gelecek bir kurum.. Bilemedim. Bilen varsa beri gelsin.”
Ben bu paylaşımın altına bodoslama atlayarak şöyle yazdım. “Kaymaklı maaşlarından vazgeçmek istemiyorlar. Çünkü öyle böyle nemalanmıyorlar yani hani o koltuğu kaybettiği anda bir daha asla öyle bir nüfuza ve gelire sahip olamayacağını bildiği için ölümüne oturuyor o koltukta.” "Bu kadar basit mi canım, yok daha neler?" diyenler illaki olacaktır. Bu kadar basit dostlarım. “Bal tutan parmağını yalar” gibi bir atasözüyle büyümüş bir toplum gücü ele geçirdiği anda o gücü kaybetmemek için elinden geleni yapar. Bunun bir kaç nedeni var aslında.
Birincil olarak bizim ülkemizde Batılı ülkelerden farklı olarak statü kullanarak maddi kazanç sağlamak çok daha kolaydır. Direkt maddi kazancın olmadığı durumlarda da mevkinin getirdiği imkanlarla “işler kolayca çözülebilir” forsuyla her kapıyı açabileceğini düşünen bir kişi aynı zamanda ortalamanın bir hayli üzerinde maaş alıyor ve devletin imkanları sayesinde ortalamanın bir hayli altında temel harcamalar yapıyorsa oturduğu koltuk giderek kıymetli hale geliyor.
Düşünsenize adamın standardı öyle yükseliyor ki, kapasitesinin çok üzerinde bir hayat yaşarken o hayatı kaybetmek ister mi? Kovulana kadar orada kalması lazım. İstifa ederse bir daha böyle cukkalı işi nereden bulacak? İşin güzel tarafı hesap da vermiyor. Hata yapsa da görevinde kalıyor, hata yapmazsa zaten sorun yok. Yeryüzünde cennet mübarek!
İşte milletvekilinin, belediye başkanının, siyasi parti genel başkanının soylu sınıf muamalesi gördüğü bizim gibi demokrasi kültürü halen oturmamış toplumlarda istifa kültürünü görmeniz giderek güçleşir. Bu arada şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Türkiye’de istifa kültürü kör topal da olsa bir şekilde vardı. Ancak siyasal İslam’ın biat anlayışıyla birlikte istifanın adı “af istemeye” döndü. Bu af istemeler de artık son noktada adli sonucu olacak hatalar veya yolsuzluklar yapıldıktan sonra gerçekleşti.
Bu da bir başka güzel nokta. Çalıştığın kurumu zarara uğrat, hatta zimmetine para geçir sonra da istifa edip, hayatına devam et. Bu özel sektörde mümkün değilken AKP Türkiye’sinde “affını isteyenin” affedilmesiyle mümkün kılındı. Ortadan bir kaç yıl kaybolan kişi daha sonra başka bir kamu kurumunun herhangi bir departmanında hem statüsünü kullanıp işine gücüne bakabiliyor, hem de kaymak gibi bir maaşla hayatına devam edebiliyor.
Yani yaptıklarından sorumlu olmadığın bir ortamda neden geri çekilesin ki? Sistem böyleyken istifa etmenin de bir anlamı kalmıyor tabii ki. Şimdi “istifa bir haysiyet, şeref, onur meselesidir” diyebilirsiniz. Ben burayı pas geçerek yorum yapmamayı tercih ediyorum. Murathan Mungan’ın efsaneleşmiş bir sözü var bilirsiniz. “Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama sadece rezil olamazsınız. Unuturlar çünkü. Hafızaların 24 saate ayarlı olduğu bir ülkede isteseniz de rezil olamazsınız” Ne güzel demiş üstat. Şimdi istifa etmeye ne gerek var? Nasıl olsa unutacaklar...
KISA KISA NOTLAR
Bu ülkede güçler ayrılığı olsaydı Ekrem İmamoğlu konuştuktan sonra itham edilen insanlarla ilgili soruşturma başlatılırdı. Ancak güçler ayrılığı yerine Erdoğan Birliği olduğu için meselenin ucu eğer “partiye” değiyorsa Ekrem İmamoğlu hakkında bir soruşturma daha açılıyor.
Bazı kabile devletlerinin daha adil ve demokratik yönetildiğine sizi temin edebilirim. Kartalkaya’daki facianın çıkış noktasının mutfak olduğu iddia ediliyor. Doğruysa eğitimsiz insanların mutfakta çalıştığının bir göstergesidir bu. Uzun zamandır aşçıların yangın eğitimi alması zorunlu tutuluyor. Yangın eğitim belgesi olmayan aşçının böyle bir yerde iş bulması çok zor. Kızgın yağın üzerine su dökülmeyeceğini eğitimli her aşçı bilir. Bunun yanında öyle bir parlama anında alev almayan fiber malzemelerden üretilen yangın müdahale battaniyesi ocak ve fırının yanında hazır bulundurulmak zorundadır. Yani buradan çıkarılan sonuç ne derseniz: Eğer gerçekten yangının başlangıç noktası mutfaksa basit bir müdahale ile 78 kişinin hayatı kurtulabilirdi. Baştan sona ihmaller silsilesi.
Dizi, film dünyasının yarısından fazlasının menejeri olan Ayşe Barım ile ilgili sektörde tekelleşme ile ilgili iddialar atılmıştı. Başta Farah Zeynep Abdullah olmak üzere bir çok oyuncu da Barım ve favori oyuncuları yüzünden zarar gördüğünü belirtmişti. Daha sonra Barım rekabet kurumunun şikayeti üzerine ifadeye çağrılan Barım bir anda Gezi Parkı olaylarının planlayıcılarından olduğu gerekçesiyle "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek suçundan tutuklandı.
Gezi Parkı’na katıldığı için bir çok ünlü oyuncu da tekrar ifadeye çağrıldı. Artık mantık aramaya gerek yok. Geçmişe dönük olarak attığımız bir twitten, bir sözden, belki de düşündüğümüz için tutuklanabiliriz. Diyorum ya AKP’liysen yargılanmazsın. Değilsen her şey mümkün. Peki dizi, film sektöründeki tekelleşme ne olacak? Bitti mi o konu yani?