Zeliha Altuntaş

Zeliha Altuntaş

O halde marjinal kim?

“Kadının en büyük talihsizliği ya bir melek veyahut da bir şeytan olarak görülmesi
olduğu içindir ki onun hakiki kurtuluşu yeryüzü üzerine yerleştirilmesinden, yani insan olarak görülmesinden geçer”
(Emma Goldman)

“Margin” etimolojik olarak Fransızcada kenar, sınır ile açıklanmaktadır. Bu kelimeden türeyen “marginal” kelimesi kenara ait, asıl konuya dahil olmayan “toplum düzeninin dışında kalan” anlamlarını ifade etmektedir. Kökeni latinceden gelmektedir. Marjinallik aykırılık ile de özdeşleştirilmektedir.

Sosyolojik olarak "marjinalleşme" süreci, bireylerin veya sosyal grupların ekonomik, sosyal ve politik yaşamın dışında bırakılması anlamına gelir. Çeşitli ayrımcılık formları, sosyal dışlanma veya ekonomik dezavantajlarla ilişkilendirilerek açıklanabilir bu süreç.

*

Antik Yunan şehir devletlerinde "yurttaşlık" statüsüne sahip olamayan kadınlar erkek egemen Ortaçağ’da da marjinal sosyal grup olarak betimlenerek ev-kilise-çocuk denklemi ile özdeşleştirilerek kamusal alandan uzak tutulmuştur.

Özne olarak, yaşamın merkezinde değil, şehirde değil, nesne olarak kenarda kıyıda, toplum düzeninin dışında bırakılmıştır.

Kadının yaşamına ve rollerine dair toplumsal ve kültürel belirlenimler kadını kamusal alandan kenara çekerek bedeninin, emeğinin, cinselliğinin patriarkal sistem tarafından sömürüldüğü bilinen gerçeklikler arasında yer almaktadır.

Protofeminist dönemin ilk feminist filizoflarından Christine de Pizan (1364-1431) "Kadınlar Şehri" (1404) kitabı ile ideolojik bir aygıt olarak erkek tekelinde bulunan ve kadının kimliksizlik sorununu besleyen eril tarih yazıcılığının edebiyat ögesini kullanarak bu ideolojiyi yani erkek egemen ideolojiyi çürütmek ister.
İlk eleştirisi Tanrının Kenti (De Civitate Dei) kitabının yazarı Augustinus'adır.

Tanrının Kenti'nde kilise ütüpya olarak beimlenirken şehir de distopyadır. Christine de Pisan kitabında ise alegorik olarak kurduğu Akıl, Adalet ve Hak ile kadınların öncülüğünde ütopik bir şehrin kurulmasını konu alır.

Augustinus'un “Tanrı kadınları aşağılık yarattı” sözünü sorgulayarak “Tanrının sınırsız bilgeligi ve yetkin iyiliği varsa, neden kadınları aşağılık yaratsın ki” diye sorar.

Erkeklerin dinini, felsefesini, düşüncelerini ve yaşam tarzını sorgulayarak vatandaş "olamayan" kadınlara yurttaş olma bilinci ile Feminist bir ütopyada toplumsal cinsiyet eşitliği temelli bir cismi politika sunar.

KADIN VE MARJINALLİK

Kadının ötekileştirilerek kamusal alandan kıyıya sürülmesi vatandaş olarak ilişkilendirilmemesinden kaynaklıdır.

Kamusal alan burada merkezi bir önem arz etmektedir. Ne var ki devlet, hukuk, felsefe, bilim, sosyal hayatın kendini gerçekleştirdiği değerler bütünü ile kamusal alan eril bir şekilde inşa edilir. Orada kadına yer yoktur ve kadın zorunlu olarak kenara itilir ve marjinalleştirilir. Bu anlayışa göre eril olan rasyonalitenin ve aklın dişil olan ise duygunun dışavurumudur. Tanrı da aklı erkeğe vermiştir, bu nedenledir ki kadın yaşam alanından kıyıya atılmıştır, bırakılmıştır, bir eşya gibi.

Kadın kimliğinin hangi öğelerle donatılacağı, kadının toplumsal üretimdeki yerinin nasıl şekilleneceği ve kamusal alanda nasıl yer alacağı veya alamayacağı erkek egemenliğinin, erkek aklın belirlediği şekildedir. Ve cinsel kimliğe ait izlerin ve görüntülerin denetim altına alınarak bu kimliğin öne çıkmasını engelleyecek "cinsiyetsizlendirme" politikası da benimsenmiştir.

Tüm bunlar karşısında kadınlar "feminist" mücadeleye yönelerek özel ve kamusal hayatta kendileri için yapılan tanımların, belirlenen kalıpların ve varılan yargıların dışına çıkmak için bir "ben" olma mücadelesi vermeye başlamıştır.

Ve bu andan itibaren de "marjinal" olarak adlandırılarak stereotipleştirilmiştir. Bu bağlamda da "Marjinallik" beden, emek ve cinsellik kıskacında erkek egemenliğini tehdit eden tehlike arz eden unsurlar olarak görülür. Siyasal, ideolojik ve kültürel örüntünün ya bir parçası olarak bu sisteme itaat eden makbul kadın olacaksın ya da bu düzene itiraz ederek marjinal grup olarak imgeleneceksin.

Kadının kamusal alanla olan her türlü bağı ve özellikle istihdama katılarak ekonomik bağımsızlığını kazanması, siyaset arenasında karar verme mecralarında söz kurması ihtimali nedeniyle eril denetimi, kadın özgüllüğünü ve öznelliğini atıllaştırarak ortadan kaldırmayı amaçlayan "marjinallik" kavramına başvurmuştur. Bu nedenledir ki bu sisteme aykırı davranarak "Marjinal" olmak devrim niteliğindedir ve her geçen gün Marjinaller çoğalmakta bu coğrafyada çoğunluğun sesi olmaktadır.

Türkiye'de özellikle iktidar tarafından kadın ile toplumsal cinsiyet rolleri ve geleneksel kalıp yargılar arasındaki ilişki de özellikle son dönemlerde çoğunlukla "marjinallik" üzerinden kurulmaktadır. Toplumsal Cinsiyet rollerine düşünsel, söylemsel ve eylemsel itiraz geliştiren kadınlar "marjinal" olarak tanımlanabilmektedir. "Marjinallik" kapitalist sistemin, patriyarkal düzenin belirlediği, inançlara ve pratiklere doğrudan tepkisellik ve itaat etmeme durumunu ifade etmektedir.

"Marjinallik", toplum tarafından dikte edilen cinsiyet rolleri ile uyuşmazlık ve çatışma içerisinde hak ve adalet arayışını da ifade etmektedir. Feminist düşünce eril anlayışla şekillenen kadın bedeni, emeği, cinselliği ve toplumsal cinsiyet rollerine itiraz şekline bürünerek eylemsel karakter kazandığında "marjinal" olanı görülür.

Feminizmin, eril tahakküme, erkeğin egemen konumuna, kültürel ve toplumsal baskılanmaya ve siyasal otoriterleşmeye yönelik mücadelesi de marjinalliğe içkin tehdit ve tehlike algısıyla birlikte kurgulanmaktadır.

*

VATANDAŞLIK-MARJİNALLİK

Cinsiyetten bağımsız bir vatandaşlık mümkün mü sorusuna: her ne kadar yasalar üzerinde evrensel bir vatandaşlık profili çizilmiş olsa da kamusal alanda uygulamalarda kıstas olarak cinsiyet, etnisite, inanç, sosyal ve sınıfsal kriterlerin insan kategorisine kimlerin girip girmediğini dolayısıyla da vatandaş olma hakkını kazanmanın doğuştan değil egemenler tarafından belirlendiğine hiç şüphe yoktur.

Butler, insan öznelerinin iktidar tarafından bedenlerin söylemsel olarak inşa edildiğini, normatif kimliklerin baskıcı ve dışlayıcı olduğu tezini savunarak kendini meşrulaştırılmış kimliklere ait hissetmeyenlerin de ötekileştirilerek marjinalleştirildigini ifade eder.

Aristo’nun "Politika" adlı eserinde de vatandaşlığa dair tartışmalar yer almaktadır. Politika'da vatandaşlık kamusal alana katılım yolu ile erişilen bir erdem olarak betimlenirken kadınlar kenara itilerek bu erdemden yoksun bırakılmıştır. Aristo'ya göre, kadınlar insan kategorisine de sayılamayacağı için, vatandaşlık hakkına da sahip değillerdir.

1792'de Fransa’da Mary Wollstonecraft "Kadın Haklarının Bir Savunusu" bildirisini yayınlayarak kadınlar için de ilk kez vatandaşlık hakkını talep etmiştir.

Tarihsel olarak vatandaş olmak ile marjinal olmak doğrudan bir bağlantı içerisinde görülüp değerlendirilirken günümüzde egemen iktidar aygıtınca ötekileştirilen, muhalif olarak görülen çevreler de bir kenara itilerek marjinal diye nitelenir olmuştur.

O "marjinaller" ki, yaşamın yaratıcısı, hakkın savunucusu, insanların iyilik ve güzelliği için kendi çıkarını bir kenara bırakarak gözünü budaktan sakınmayanlardır. Marjinaller olmaksızın bir insanlık vicdanından söz etmek çok eksik olacaktır...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Zeliha Altuntaş Arşivi