İlker Yıldız
Reis'in gönlünden ne kopacak?
Pazar günü emekli maaşlarıyla ilgili yazdığım yazıya bazı itirazlar gelmişti. Bu itirazlar yazının ana fikrine değildi de yazdığım en düşük emekli maaşınaydı. En düşük emekli maaşı 12 bin 500 liradan 14 bin 468 liraya çıktı diye yazmıştım.
Tabi ben kök maaş konusuna değinmediğim için biraz kafalar karışmış oldu. O yüzden bu karışıklığı gidermek ve bilmeyenlere açıklamak için kök maaş konusuna değinmekte fayda görüyorum. Kök maaş esasında emeklinin çalıştığı yıllar boyunca ödediği primlere bağlı olarak hesaplanan ücrettir. 2024 Ocak ayında en düşük maaş 12 bin 500 lira olarak belirlendiğinde kök maaşı bu rakamın altında kalan emekliler için aradaki farkı devlet karşıladı. Dolayısıyla kök maaşı 10 bin 800 Türk lirası olan bir emekli 1700 lira devletten katkı almış oldu.
Emekli maaşlarına yapılan zamlar kök maaş baz alınarak yapıldığı için kök maaşı 10 bin 800 Türk lirası olan emekli yüzde 15,75 zam sonrasında da aynı ücreti almaya devam edecek. Nitekim kök maaşa yapılan artış ile birlikte maaş 12 bin 500 lira olacağı ve devletin belirlediği en düşük emekli maaşı da 12 bin 500 lira olduğu için devletin artık kök maaşa katkı yapmasına gerek kalmayacak. Evet bu durumda olan yaklaşık 3,9 milyon emekli olduğu gerçeğini göz önüne alarak pazar günkü hesaplamaya çok önemli bir parantez açmak istedim.
Zira o hesaplama kök maaşı 12 bin 500 lira olanlar emeklilerin yüzde 15,75 zam aldığında ortaya çıkan rakamı belirtiyordu. Eğer yanlış anlaşılmaya neden olduysam bunu düzeltmek isterim. Tabii bu noktada Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın aşağıdaki açıklamaları önem arz ediyor. Yılmaz konuyla ilgili;
“En düşük emekli aylığı bugün geldiğimiz noktada 12 bin 500 liraya çıkmış durumda. Kök ücretleri daha düşük olan, oldukça önemli sayıda emeklimiz bundan istifade ediyor. Kök ücretinden daha yüksek bir emekli ücreti almış oluyor. Yani primiyle bağlantılı kök ücretinden daha yüksek bir emekli maaşı almış oluyor. Bunu kanunla ancak değiştirebiliyorsunuz. Bu normal sistemden gelen bir şey olmadığı için, kanunla gelen bir yapı olduğundan ancak kanunla düzenlenerek yine sağlanabilir.”
Cevdet Yılmaz bu konuda bir çalışma yapılacağının ve yeni bir en düşük emekli maaşı belirleneceğinin altını çizdi ama bir rakam belirtmedi. Burada rasyonel minimum beklenti 12 bin 500 liranın üzerine yüzde 15,75 zam yapılarak minimum emekli maaşının 14 bin 468 olarak belirlenmesidir. Bu durumda kök maaş ne olursa olsun emeklinin eline yine 14 bin 468 lira geçecektir.
Rasyonel minimum beklenti derken bir yanlış anlaşılmak istemem. Her zaman söylediğim gibi benim şahsi fikrim bu konuda net. En düşük emekli maaşı asgari ücrete eşit olmalıdır. Ancak Sayın Erdoğan’ın böyle bir şey yapmayacağını anladık artık. Hayal kurmanın alemi yok. Bu nedenle rasyonel beklenti gerçekleşir de en düşük emekli maaşı 14 bin 468 lira olsa dahi bu rakam açlık sınırının altında olduğu için onur kırıcıdır. Enflasyonu düşük gösterdiği enflasyon hesaplayan diğer saygın kurumlar tarafından verilerle ispatlanmış olan TÜİK son 6 aylık enflasyonda daha gerçekçi olsaydı insanların ekmeğiyle bu kadar oynanmamış olacaktı.
Toparlamak gerekirse…
Bu rakamlar açıklandığı andan itibaren başta kök maaşı düşük olan emekliler olmak üzere tüm emeklilerde maaşlara “bir reis dokunuşu” beklentisi oluştu. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan son yıllarda açıklanan ücretlere gönlünden koptuğu kadar bazı artışlar yapmıştı. Bu beklenti doğrultusunda dün akşamki kabine toplantısını dört gözle takip eden milyonlar umduğunu bulamadı.
Muhtemelen Cevdet Yılmaz’ın bahsettiği çalışma henüz tamamlanmadığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan net bir şey söylemek istemiyordu ama ilginç bir şekilde konuşmasında bu konuya hiç değinmemesi eminim ki emeklilerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. En çok oy aldığı grubu görmezden gelen bu davranışın nedenlerini pazar günü açıklamaya çalışmıştım. Kendimi tekrar etmeyeceğim ama bir kaç hatırlatma yapmadan da geçemeyeceğim.
Halkın alım gücünü arttırmakla ilgili devletin planlarını açıklamak yerine halka boykot çağrısı yapan Erdoğan her zamanki gibi ülkenin ne kadar şahane bir yolda olduğunu anlattı. 3 çocuk isteğini yineledi. Bildiğimiz hikaye yani. Değişen bir şey yok. Cumhurbaşkanının konuşmalarında değişen bir şey yok ama emeklinin cebindeki değişim küçümsenemeyecek kadar büyük. Tek bir örnekle bu değişime bakalım isterim.
AKP 2002’de iktidara geldiğinde en düşük SSK emeklisinin aldığı maaş altı sıfırı atarak ifade edersek 257 Lira, en düşük memur emeklisinin aldığı maaş 377 Liraydı. Aynı yılın Ocak ayında 1 çeyrek altın 20,8 liraydı. Yani SSK emeklisi aylık maaşıyla 12,3 memur emeklisi ise aylık maaşıyla 18,1 adet çeyrek altın alabiliyordu. İki grubun ortalamasını alarak 15 çeyrek altın diyelim.
6 Ocak 2024 itibariy le 12 bin 500 lira maaş alan bir emekli sadece 2,5 çeyrek altın alabiliyor. Emeklinin cebine her ay 12,5 çeyrek altın eksik giriyor. Bu düzen değişene kadar her hafta tekrar edeceğim. Devlet emekli vatandaşına verdikleri emeğin karşılığını insan onuruna yaraşır maaş olarak vermek zorundadır. Bu vatandaşları sırta yük olarak görmekten bir an evvel vazgeçmelidir.
NACİ HOCAYI DİNLEYİN!
Kanal İstanbul Süreci Bilgilendirme Toplantısına katılan Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür hoca olası İstanbul depreminde can ve mal kaybının tasavvur edilemeyecek boyutta olduğunu tekrar edip “Şaka yapmıyorum” dedi. Bu adam daha ne söylesin? Uçakla İstanbul üzerindeyken camdan bir aşağı bakın. Nokta nokta apartmanlar, çarpık, iğrenç bir yerleşim planı.
Allah korusun böyle büyük bir depremde hangi binaya, kim nasıl yetişecek? Siyasi rekabeti bir kenara bırakıp vatanı, milleti seven tüm siyasetçilerin, ilgili kamu kurumlarının bir olup bu depreme hazırlık yapması gerekirken zaman su gibi akıyor ve hiç bir şey yapılmıyor. Tek odak noktası İBB’yi iki defa kazanan İmamoğlu’nun işini zorlaştırmakmış gibi davranan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tüm varını yoğunu bu konuya vermek zorunda.
Yaklaşık 4 milyon insanın ölümle burun buruna olduğunu vurgulayan Naci Hocanın bu uyarılarını devlet ne zaman ciddiye alacak? Hoca böyle bir felaketin Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının da sonu olacağını söyledi ki bunu Prof. Dr. Celal Şengör de defalarca tekrarladı. Bu ülkenin en büyük beka meselelerinden biri olan deprem gerçeğini devlet kademesinde kimse ciddiye almıyor ve bu beni çok korkutuyor.
Ve ne yazık ki bu sadece binaların sağlamlığıyla alakalı bir konu da değil. Marmara Bölgesi’nin nüfusu planlı bir şekilde azaltılmadığı, ekonomik yerleşim yerleri diğer bölgelere dağıtılmadığı takdirde olası bir felakette ülkenin bir B planı da olmamış oluyor. Gerçekten çok korkutucu.
MOURINHO BİRAZ SUSSUN!
Bir dönem Halktv.com.tr ‘de spor yazıları yazmıştım. Yazılarımı hatırlayanlar Fenerbahçeli olduğumu da hatırlayacaktır. Bu yazı özelinde uzun uzun futbolun taktik, teknik kısmına girmeyeceğim ama büyük umutlarla Fenerbahçe’nin başına geçen dünyaca ünlü teknik adam Jose Mourinho oynattığı coşku ve tempo yoksunu futbolla Fenerbahçe taraftarının gözündeki krediyi iyice tüketmiş durumda. Başka bir yazıda bunu istatistiklerle tartışırız belki ama benim kısaca değinmek istediğim şey biraz farklı.
Bu kötü futbolu kabul edip, çaresini bulmak yerine sürekli ligi, hakemleri eleştirmeyi huy edindi Mourinho. Küme düşmesine kesin gözle bakılan, hocasız, başkansız Hatayspor karşısında bile zar zor 2 1 kazanan Fenerbahçe’nin teknik direktörü hakemleri eleştirmenin de ötesinde “toksik bir lig” diyerek ülke futbolunu aşağılamaya başladı. Ben bir Fenerbahçeli olarak şunu söyleyeyim o halde.
Bu lig toksik bir lig ise Fenerbahçe’de toksik bir futbol oynuyor. Biz Mourinho ilk geldiğinde ligimize marka değeri katar diye de ayrı sevinmiştik ama kendisi biraz haddini aşmaya başladı. Ben yapı denilen şeyin varlığına inanmıyorum. Bu Ali Koç’un görevde kalmak için taraftarı konsolide etme çabasından başka bir şey değil. Evet hakemler çok kötü ama sadece Fenerbahçe’ye karşı bir kötülük değil bu. Oynanan her maçta facia hatalar yapılıyor. Çözüm önerisi soranlara da önerim şu.
TFF dünyaca ünlü saygın eski hakem Pierluigi Collina’yı davet etsin ve tüm maçlardaki tartışmalı pozisyonları bir bilir kişi olarak Collina’ya inceletsin. Eğer bir takım lehine veya alehine sistematik hatalar varsa lig sonuçları iptal edilsin. Eğer tek bir takım özelinde değilde tüm maçlarda hatalar varsa hata oranına göre tüm hakemlerin kariyerlerine son verilsin ve bu işi yapacak ehil hakemler yetişene kadar yabancı hakemlerle devam edilsin.Gerçi bu öneride de en büyük sorun anlaşma yapılacak hakemlerin kendi ülkelerinin liglerindeki önemli maçlardaki fikstür çakışması halinde ne yapılacağı konusu.
Ne diyelim. Ülkede ne doğru ki futbol doğru olsun…