İlker Yıldız

İlker Yıldız

Kutuplaştırma siyaseti ve İmralı

AKP iktidarının son 7 yılda muhafazakar milliyetçi taklidi yaptığını yazdığımda AKP’ye oy verenlerin tepkisiyle karşılaşıyorum ama en sonda söyleyeceğimi başta söylemekte fayda görüyorum.

“Siyasal İslamcı’dan milliyetçi olmaz.”

Bu cümleye tekrar döneceğiz ve bunu anlanın alamet-i farikası da Adalet ve Kalkınma Partisi’ni ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi hamlelerini analiz edebilmekte yatıyor.

Oy verme davranışı üzerine uzun süre çalışmış biri olarak Erdoğan siyasetine seçmen tarafından baktığımızda tutarsız söylem ve davranışlara tepkisiz kalan seçmeni anlayamayabiliyoruz.

Ancak iktidar danışmanı gibi düşünmeye çalıştığımızda Erdoğan siyasetini daha net anlayabiliyoruz.

Tüm bu konuyu İmralı’nın açıklamalarına bağlayacağım merak etmeyin.

BİZ VE ONLAR

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi stratejisinin temelini siyasete atıldığı ilk günden itibaren “biz ve onlar” figürleri yaratmak oluşturuyor. Yani karşısına sürekli düşmanlaştırdığı bir rakip koyarak kendi seçmenini konsolide eden ve “onlar” diye tanımladığı karşı tarafa karşı kendi seçmeninin de düşmanlaşmasını sağlayan bir siyaset kurgusu bu. Aşağıda daha detaylı anlatacağım.

Evet düşmanlaştırma kelimesini bilerek kullanıyorum zira bu kutuplaştırma siyasetinin ötesinde ülkemizdeki dil ve söylemler artık düşmanlaştırma siyasetine çoktan evrildi.

Kutuplaştırma siyaseti güçlü siyasetçiler tarafından bilinçli olarak oynanan bir oyundur.

Evet yanlış duymadınız. Bu bir oyundur. Toplumsal ya da politik kutuplaşmayı körükleyen siyasetçi belli bir strateji içerisinde bu oyunu oynar. Bu siyasi oyunu halkın ciddiye almama ihtimali de vardır, sahiplenme ihtimali de.

Siz buna strateji de diyebilirsiniz. Siyaset Bilimi öğrencileri ne demek istediğimi anladılar.

NASIL İŞLİYOR?

Siyasetçiler, özellikle güçlü bir liderlik (iktidar) pozisyonunda olduklarında, toplumsal ya da politik kutuplaşmayı artıracak bir dil ve strateji benimseyebilirler. Bu, hem bilinçli olarak yapılan bir strateji hem de bazen dolaylı şekilde gelişen bir durum olabilir. Siyasetçilerin toplumu kutuplaştırmalarına neden olan temel aşamalara hep beraber bakalım.

Kutuplaştırıcı söylemler: Siyasetçiler, belirli grupları veya toplulukları hedef alarak onların karşısında başka grupları teşvik edebilir. Örneğin, "biz" ve "onlar" gibi dil kullanımı, toplumda karşıt kutuplar yaratır. Bu tarz söylemler, toplumun farklı kesimlerini birbirine karşı düşmanlaştırabilir. Sayın Erdoğan başbakan olarak göreve başladığı ilk günden beri “Cehape zihniyeti” diye ötekileştirdiği CHP’yi “biz” ve “onlar” söyleminin merkezine yerleştirdi.

Düşman inşası: Toplumda belirli bir "düşman" yaratmak, toplumun farklı kesimlerini birleştirmek için sıkça kullanılan bir stratejidir. Siyasetçi, halkı bir dış tehdit veya iç düşmanla mücadele etme gerekliliği etrafında birleştirerek kutuplaşmayı pekiştirebilir. Yine aynı şekilde artık dalga konusu olan “dış güçler” düşman inşasına çok net bir örnek. Bir de bu dış güç söyleminin popüler olduğu bir dönemde hedef gösterilen dış güç CHP’li bir siyasetçiyi öven bir açıklama yaptıysa direkt olarak “dış güçlerle işbirliği yapan siyasetçi” yaftası yapıştırmak bu oyunun bonus puanı diyebiliriz. “Ankara’da Mansur Yavaş kazanırsa su faturalarını DHKPC’liler, PKK’lılar dağıtacak” ya da “Terör örgütü PKK elebaşını serbest bırakacak tek bir iktidar olur. O da HDP’nin içinde olduğu zillet ittifakı iktidara gelirse böyle bir şey olur” söylemleri de buna bir örnek gösterilebilir.

Medya kullanımını manipüle etme: Siyasetçiler, medya ve sosyal medya araçlarını kullanarak belirli grupların görüşlerini yüceltip, karşıt görüşleri küçümseyebilir. Bu, halkın kutuplaşan taraflar arasında daha da bölünmesine yol açabilir. Buraya örnek göstermeye gerek var mı bilmiyorum ama iktidarın bir medya ordusu var.

Kimlik siyaseti: Bazı siyasetçiler, toplumsal kimlikleri (dini, etnik, sınıfsal) öne çıkararak kutuplaşmayı teşvik edebilir. Bu, belirli kimliklere sahip bireylerin bir araya gelmesine ve diğer gruplarla karşı karşıya gelmesine neden olabilir. Bu madde de Türkiye siyasetinde ziyadesiyle uygulanmış bir madde. Sayın Erdoğan muhafazakar kimliğini temele alarak seküler kesime karşı bir pozisyonda hayatımızda duruyor. Ayrıca zaman içerisinde muhafazakar demokrattan, muhafazakar milliyetçi kimliği de Kürt meselesine bakış açısını şekillendiriyor. Ama temelde hep çoğunluğun olduğu güvenli alanda kalmak istiyor. Çünkü aşırı marjinalleşmek oy kaybına neden olur. Bu da stratejinin bir parçası.

Kriz ortamlarında liderlik: Siyasetçi, toplumu bir tehdit karşısında birleştirmek yerine, bu durumu kendi çıkarlarına yönelik olarak kullanarak toplumu daha da kutuplaştırabilir. Krizler veya zorluklar, toplumu birleştirici bir güç yerine, bölünmeleri derinleştiren bir fırsata dönüşebilir. Bu maddeye yine CHP’yi HDP-PKK ilişkisinin bir parçası yapma söylemleri örnek gösterilebilir.

Buraya kadar Kutuplaştırma Siyaseti’nin nasıl kurgulandığını ve uygulandığını anlattım. Bunu neden yaptığıma gelince…

İktidarını korumaya çalışan ama buna karşılık oy oranı günden güne eriyen siyasetçiler “biz ve onlar” siyasetinde bazen sınırı aşabilirler.

Son 7 yıl içerisinde neler neler olmadı ki.

Eski İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu “CHP’lileri şehit cenazelerine sokmayın talimatı verdim” diye açıklama yaptı. Bunun üzerine dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na bir şehit cenazesinde linç girişiminde bulunuldu.

Mayıs 2023 seçimleri öncesi montaj olduğunu kendi itiraf ettiği videolarla Kemal Kılıçdaroğlu’nu PKK’lı gibi gösteren Sayın cumhurbaşkanıydı.

Tüm seçim kampanyasını bizim kültürümüzde hakaret olarak kullanılan “zillet” kelimesini üzerine oturtan, Millet İttifakı yerine Zillet İttifakı kavramını kullanan Sayın Erdoğan bu ittifakın bir ortağının da PKK olduğunu ima etti.

Zira milliyetçi oyları garanti altına almak gerekiyordu.

Ancak ne gariptir ki çözüm sürecine itiraz eden CHP’lilerin “faşist militarist” diye aşağılandığı dönemde Barzani ile birlikte “Megri Megri” ağıtını seslendiren yine Sayın Cumhurbaşkanı’ydı.

Aradan geçen yıllarda yine oyları düşüşe geçtiğinde Kürt kartını oyuna dahil etmek isteyen de Sayın Cumhurbaşkanıydı.

Tecrit kararı olmasına ragmen özel izinle DEM Partisi’nden Pervin Budan ve Sırrı Süreyya Önder bebek katili Abdullah Öcalan ile görüştü.

Ve Öcalan Türk siyasi tarihine geçecek bir mesaj gönderdi İmralı’dan.

“Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlığa sahibim.”

Şu cümlede Devlet Bahçeli’nin yerine Özgür Özel’in, Erdoğan yerine de İmamoğlu’nun ismi geçseydi ertesi gün aynı anda tüm iktidar medyasındaki manşetleri hayal edebiliyor musunuz?

Hemen ertesi gün televizyon karşısına çıkan Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın neler söyleyeceklerine dair bir tahmininiz var mı?

“E şimdi kutuplaştırma siyasetindeki tüm dengeler bozulmuş olmadı mı, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” diye sormuş olabilirsiniz.

Doğrudur. Öyle oldu biraz. Ancak kutuplaştırma perhizinden fayda göremeyip tüm büyükşehir belediyelerini kaybeden Sayın Erdoğan ikinci bir Kürt açılımıyla strateji değiştiriyor gibi duruyor.

Ben buna şaşırmadım. Nitekim en başta söylediğim gibi Siyasal İslamcı’dan milliyetçi olmaz. Çünkü milletin adını bir türlü koyamazlar. Türk deseler İslamiyet öncesi Türkleri nereye koyacaklarını bilemezler. Atatürk’ün reformlarını içselleştirmek istemezler. E Türk milleti demeseler ayrı dert.

Türk - İslam sentezi üzerine kurdukları milliyetçilik de biraz zorlayınca ümmetçiliğe dönüşüverir.

Ancak temelde amaç iktidarda kalmaktır.

Beni asıl şaşırtan Devlet Bahçeli’nin aldığı pozisyon oluyor. Her gün biraz daha şaşırıyorum.

Ama zamanla taşların nereye oturduğunu göreceğiz.

Herkese iyi yıllar diliyorum

Önceki ve Sonraki Yazılar
İlker Yıldız Arşivi