İlker Yıldız
Kürt kökenli Türk
Terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan ile DEM Milletvekillerinin görüşmesi üzerine ilk açıklama MHP Lideri Devlet Bahçeli’den geldi. Yeni yıl mesajında bu görüşmeyi “demokrasiyi ve Türk-Kürt kardeşliğine yönelik umutları takviye eden hayırlı bir başlangıcın ivmesi” olarak tanımladı.
Ben geçen yazımda yapmaya çalıştığım gibi bu süreci güncel etkilerinden bağımsız olarak kavramsal bir yerden kendi bakış açımla açıklamaya çalışacağım.
Türkiye’de kitap okumak yerini tweet okumaya bıraktığından beri kavramsal konularda insanların kafası çok karışık.
Öncelikle şunu ifade edeyim.
Anayasımızın 66. Maddesinde yazdığı şekliyle “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür.”
Atatürk’ün kendi ifadesiyle de pekiştirmek gerekirse “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Atatürk burada Türk tanımını net bir şekilde yapmıştır. Türklüğü bir etnik köken olarak değil bir üst kimlik olarak belirlemiştir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu ilke üzerine kurulmuştur.
Türkiye’deki etnik kökenlerin salt bir ulus ismiymiş gibi söylenmesi doğru değildir.
Ben Lazım, ben Çerkezim, ben Kürdüm diyerek etnik kökeninizi vurgulayabilirsiniz.
Ama sizi tam olarak tanımlayan doğru ifade Laz Kökenli Türk vatandaşı, Çerkez Kökenli Türk vatandaşı ya da Kürt Kökenli Türk vatandaşı olduğunuzdur.
“Ben kendimi öyle hissetmiyorum” demek bu gerçekten sizi alıkoymamaktadır. Bu arada yanlış anlaşılmasın. Bu benim gerçeğim değil. Ulus-devlet ilkesiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçeğidir.
Almanya’da Kürt kökenli Almanım, Fransa’da Kürt kökenli Fransızım şeklinde kendilerini ifade edenler, Afrika kökenli futbolcu gördüklerinde Kamurun kökenli Fransız diyenler konu Türk ulus devletine geldiğinde Kürt kökenli Türk diyemiyor da Türkiyeli Kürt tanımı uyduruyor. Bizzat Almanya’da siyaset yapan kişilerin söylemleri bunlar.
Ne yazık ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de benzer açıklamalar duyuyoruz. Bu kavram devletimizin kuruluş ilkelerinden biri olmasına rağmen ne yazık ki Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı bile artık bu kavramlardan uzaklaşmış görünüyor. “Bile” ifadesine vurgu yapmamın sebebi kendini milliyetçilik ideolojisi içerisinde konumlandıran bir parti liderinin bu kavramları iyi bilmesi gerektiğindendir.
Tutarsız ve kavramsal olmayan bir yaklaşım.
Ben ülkemizde bir Kürt sorunu olduğunu inkar etmiyorum ama bu sorun kültürel değil ekonomik bir sorundur.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu ekonomik olarak kalkındığı zaman konu bir çok açıdan ortadan kalkacaktır.
Geçtiğimiz günlerde bir sokak röportajında söz alan bir genç “Ben Kürdüm. Türk değilim. Ama yaşadığım, vatandaşı olduğum ülkenin her şeyinde Türk kelimesi geçiyor. Bundan rahatsızlık duyuyorum. Ülkenin adı değişmediği sürece bu sorun bitmez” demiş.
İşte asıl etnik bölücülük ya da eskilerin tabiriyle kafatasçılık bu düşüncenin bizzahiti kendisidir.
Bu ülkede müfredata etnik köken nedir, ulus devlet nedir gibi temel kavramların eklenmesi gerekiyor. Çok basit kavramların ne anlama geldiğini bilmeden ya da yanlış bilerek yaşayan ve bu bildiği yanlışlara inanan milyonlarca vatandaşımız var.
“Ben Türk değilim! Kürdüm!” diyen bir kişi geliştirdiği savunma mekanizmasında Kürt Kökenli bir Türk olmanın onun Kürtlüğünü eksiltmediğini anlayamıyor. Bu şekilde düşünen bir vatandaşımız ilginçtir Türk kimdir diye sorduğunuzda, Türkiye'de Kürt olmayan herkes diye bir cevap verebiliyor. Etkin kökenlerin tamamını Türk ulusunun bir parçası kabul ederken kendisini bu tanımın dışına çıkarabiliyor.
Ama bu onun suçu değil.
Kürt kökenli Türk tanımı kişinin Kürt olmadığı anlamına gelmez. Bu ülkede Kürt, Boşnak, Arnavut olmadığını anlamına da gelmez. Bir kişi Kürt kökenli olarak tanımlandığında “Sen Kürt değilsin” denmiş olmuyor.
Yani vatandaşlarımız Kürt olduğu kadar Türk, Türk olduğu kadar Kürt olabilirler. Anayasadaki haliyle de devletin her vatandaşına eşit yaklaşması gerekliliği buradan gelir.
Türkiye’de 20’den fazla etnik köken varken ülkedeki tüm etnik kökenleri Türk kavramının içerisine sokup Kürt’ü dışarıda bırakmak ve Türk – Kürt olarak ikiye ayırmak ne etik açıdan ne de sosyal bilimler açısından doğru değildir.
Bu tanımlamayı negatif bir şeymiş gibi algılamamak gerekiyor.
Eğitim kalitemiz bunu açıklayacak derinlikte olmadığı için bunlar yaşanıyor.
Bu ulus devlet anlayışına sahip tüm ülkelerde böyledir.
Milliyetçilikleriyle ünlü Almanya ve Fransa’da da durum bu şekildedir. Uluslararası örneklerde sürekli İspanya’ya odaklanan DEM Partililer konuyu Almanya veya Fransa perspektifinden hiç okumak istemiyorlar.
Yani temel problem “Ben Kürdüm, Türk değilim!” paradoksu değil aslında. “Ben Kürt kökenli bir Türk vatandaşı olarak kendimi diğer Türk vatandaşlarından daha soyutlanmış, haksızlığa uğramış hissediyorum” ile başlayan bir tartışma daha sağlam bir zemine oturtulabilir bir yere gidecektir.
İşte o zaman eğer bir cam tavan etkisi varsa bunun kırılması için ne gibi bir politika üretilebilir, bu tartışılabilir.
Bunun benzerini Almanya’daki Türk kökenli Almanlara da anlatıyorum. Kendilerinin diğer Almanlarla eşit olduklarını bilmeleri gerekiyor. Vatandaşlık bağı ile Alman vatandaşı olan Almanya’da doğmuş, büyümüş, çalışmış kişi de Türk olduğu kadar Alman, Alman olduğu kadar Türktür. Eğer kişi Türk vatandaşlığından çıkmış ise artık o kişi Türk kökenli Alman’dır.
Ve anayasal olarak Alman devletinin sorumluluğu altındadır.
Gibi gibi...
Bu paragrafa direkt olarak “Biz sonradan vatandaş olmadık. Biz hep bu topraklardaydık” savunması gelebilir. Diyorum ya zaten “Kürt diye bir şey yoktur, siz yoksunuz, hiç bir zaman da olmadınız” perspektifi değil bu bahsettiğim durum.
Kavramsal bir şeyden bahsediyorum. Nitekim yurtdışından örnek olsun diye bahsettiğim Almanya’da da tek bir etnik köken yok. Bavyeralı bir Alman ile Svab Almanı arasında kültürel fark vardır. İki grup da Almanca konuşur ama lehçeler çok farklıdır. Türkiye’den bakınca hepsi Alman ama aslında durum pek de öyle değil.
Etnik kökenleri ulus millet olgusunun anti tezi olarak görmek uluslararasılaşan dünyada artık pek de yeri olmayan bir şeydir. Ama ulus devletin temelinin sağlamlığı da tartışma götürmez bir gerçektir.
Etnik unsurlar ulusu parçalamamalı, zenginleştirmelidir.
Açıkladığım bu kavramlar esasında Atatürk Milliyetçiliğini oluşturmaktadır. Atatürk’ün Türklük tanımı etnik bir milletten ziyade kültürel, tarihsel ve coğrafi bağları esas alan, birleştirici ve kapsayıcı bir anlayış üzerine kuruludur. Vatandaşlık bağı ve ortak milli bilinç Türklük kavramının yapı taşlarıdır.
Atatürk etnik kökenlerin dilleri reddetmemiştir ancak resmi dilin Türkçe olmasının ulus-millet anlayışının olmazsa olmazı olduğuna inanmıştır.
Türkiye’deki sosyoekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmak devletin asli görevidir. “Kürt sorununu bir kimlik sorunu olarak değil de ekonomik bir sorun olarak görelim” derken aslında bunu kastettiğimi tekrar vurgulamak isterim.
Bu ülkenin hangi etnik kökenden, hangi dinden olduğuna bakılmaksızın her vatandaşının aynı kalitede eğitim ve sağlık hizmeti alma hakkı vardır. Kağıt üzerinde bir eşitsizlik olmayabilir ama uygulamada eşitsizlik söz konusuysa şayet, bunu da çözmesi gereken yine devlettir.
Konuyu sadece kültürel boyutta ana dilde eğitim ya da ikinci resmi dil talebi gibi çıkmaz bir yola sokmak yerine sosyoekonomik kalkınma talepleri üzerinden siyasi bir zeminde tartışmak daha gerçekçi olacaktır.
Umarım anlatabilmişimdir.