Suat Özdeş
Yeni yılın ilk mağdurları
Yeni bir yıla gazeteci olarak girmenin keyfi başkaymış. Ancak bu yaşta tatmak nasip olduysa da şikayet edecek değilim, milyonlarca insan bekliyor.
Bu 31 Aralık gecesi, daha önceki yılbaşlarından farklıydı. Bir kere bizim bankadan Faruk’la eşi Meltem bize geldiler. Mesela, geçen sene kimse gelmemişti ve yeni yıla Narin’le baş başa girmiştik, ama bu sene, sanırım ben artık kamusal bir figüre dönüşmeye başladığımdan, talebe yetişmekte zorlandık. Yılbaşını birlikte geçirmeyi teklif edenler, dışarıda bir yere çağıranlar, ev davetleri, biz size gelelim istekleri hiç kesilmedi.
Hal böyle olunca insan eski arkadaşlarıyla bir arada olmayı tercih ediyor, biz de öyle yaptık ve gizli bir operasyon sonucunda kimselere göstermeden ve de belli etmeden Faruk’la Meltem’i eve aldık. Faruk hâlâ bankada çalışıyor, şubesi bile aynı. Birkaç yaş küçüktür benden. Bana vuran EYT piyangosunu o kıl payıyla kaçırdı. Şimdi o da mağdur. Gecenin bir yarısı, ama henüz yeni yıla girmemiştik, “EYT’yi Birkaç Günle Kaçırdığı İçin Mağdur Olanlar Derneği” gibi bir şey kuracaklarından bahsetti.
Böylece şunu fark ettim, bu “EYT mağduriyeti” hiçbir zaman sona ermeyecek. Kademeli bir emeklilik sistemi uygulanmadığı için ister istemez “şu günden sonrakiler” diyorlar. O zaman da bir günle kaçıran insanlar mağdur ediliyor. Enseyi karartmasınlar, bir sonraki seçimde nasıl olsa onlar da emekli edilirler. Ama ondan sonraki seçimden önce “EYT Eklemesini Birkaç Günle Kaçırdığı İçin Mağdur Olanlar Derneği” diye yeni bir dernek kurulur, kanal kanal gezerler, işte böyle böyle, bir aksilik olmazsa, yirmi sene içinde anaokulunu bitiren herkes emekli olacak.
Anayasa’nın ikinci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir devlet olduğu açıkça yazdığına göre kimse iktidarı suçlayamaz. Zira, bu politika, dört başı mamur bir sosyal devletçiliktir. Bazıları nifak tohumu sokmak için “böylesini SSCB bile başaramadı” dese de aldırış etmemek lazım. Devlet herkese maaş ödüyor işte, daha ne?
2024’e dair şikayet edecek çok bir şey bulamıyorum çünkü yazarlığa başlamamla birlikte hayatımın tekdüzeliği radikal biçimde ortadan kalktı. Bu da beni geleceğe dair hem motive ediyor hem de umut dolu olmamı sağlıyor. Finali böyle yapınca senenin bütün yükünü omuzlayacak kudretli kendinde buluyor insan.
Narin mükellef bir yılbaşı sofrası kurdu. Ama oturur oturmaz derhal bir içki krizi yaşandı. Faruk’un favori içkisi cin-toniktir. Cin-toniğe Narin de bayılır, ne yalan söyleyeyim ben de pek severim, eh Meltem de uyumlu kadın ama yemekte cin içilir mi, içilmez mi diye bir tartışma başladı. Faruk diyor ki, içilir; Narin karşı çıkıyor. İş neredeyse bir fetva almayı gerektirecek hale gelince arabuluculuk görevini üstlendim -ne de olsa aralarında kamusal bir görev icra eden tek kişi benim. Ana yemekle birlikte başka bir içki içilmesini ama mezelerle cin-tonik içilebileceğini söyledim, böylece sulh sağlandı ve biz de yeni yıla huzurla girebildik.
Gençler tutuklanırken gazetecilik yapmanın zorluğu
Faruk beni iğnelemekten çekinmez. Yazılarımı okuduğunu ve bir şey merak ettiğini söyledi. Meğer magazinsel bir merakmış, patron acaba beni kahveye ya da yemeğe davet etmiş mi… Kaç aydır yazı yazıyorum, aldığım soruya bak. İnsan yazdıklarıyla ilgili bir fikir münakaşasına girmek istiyor ama nerede, herkesin aklı fikri magazinde. Geçiştirdim tabii. Fakat Faruk üsteleyince kafam attı, onun entelektüel kapasitesinin sığlığının bizi mahcup etmeye başladığını söyledim. Yazılarımda Trump’ın gelişinden akademik yolsuzluklara, müzik zevklerinden sosyolojik analizlere kadar pek çok konuya temas etmişken ben adamın sofraya getirdiği konuya bak.
Neyse, ertesi gün, patronun başına acayip bir olay geldiğini öğrendik. Flash’ı satın almak için anlaşmışlardı ya, meğer süreç bitmemiş. Üstelik parasını da yollamış ama karşılığında ne şirketin devredildiğine dair hisseleri alabilmiş ne de parasını geri göndermişler. Tabii bu olay yeni yıla girerken canımı sıkmadı değil. Tam da acaba görsel medyada da bir şeyler yapabilir miyim diye düşünmeye başladığım günlere denk geldi. Geçtim ekranlara çıkmayı, adamcağız parasını kurtarsa yeter. İşte SSCB ile aramızdaki benzerliklere bir yenisi daha eklendi; mülkiyet haklarına dair böyle bir hukuksuzluk herhalde ancak orada olabilirdi.
Olay duyulduktan sonra Faruk’a da söyledim, bu kadar yoğun ve stresli bir dönemden geçerken beni davet etmemesi anlaşılır bir şey, okumadığından değildir, dedim.