Turgay Bozoğlu
Trump’ın 2. dönemi , küresel ekonomi ve belirsizlikler
Donald Trump’ın ABD başkanlığına yeniden seçilmesi, küresel ekonomik dengelerde yeni bir dalgalanma dönemine işaretçisi gibi. Eskilerin deyimiyle nevi şahsına münhasır bir kişi olan Trump’ın sürpriz kararları ve tahmin edilemezliği ona iş yaşamında olanaklar sunmuş olabilir. Ancak üzerinde yaşamış olduğumuz bu mavi küre için belirsizlik çok da iyi değil.
İlk dönemindeki “Önce Amerika” politikasıyla uluslararası ticareti yeniden şekillendiren, jeopolitik tansiyonu artıran ve çok taraflı iş birliğini zorlayan Trump, ikinci dönemde de benzer bir yaklaşımı sürdürecektir. Bu durum, dünya ekonomisinde yeni gelişmelere, gelişmekte olan ülkeler ve Avrupa ekonomileri üzerinde etkili değişimlere ve özellikle Türkiye’nin bu ortamda nasıl bir yol izlemesi gerektiğine dair önemli sorular doğurmaktadır.
Trump’ın temel ekonomik yaklaşımı olan korumacılık, ikinci döneminde de küresel ticaretin önünde büyük bir engel teşkil ediyor. ABD’nin Çin ile ticaret savaşlarını yeniden alevlendirmesi, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkileri değil, küresel tedarik zincirlerini ve ticaret hacmini de olumsuz etkileyebilir. Daha yüksek gümrük tarifeleri ve ticaret anlaşmalarının yeniden müzakeresi, dünya ekonomisini yavaşlatacak.
Türkiye'de dezenflasyon programı: Yeterli mi, etkili mi?
Buna ek olarak, Trump’ın geleneksel enerji kaynaklarını destekleyen politikaları, küresel yenilenebilir enerji girişimlerini baltalayabilir. ABD’nin çevre politikalarından geri adım atması, iklim değişikliğiyle mücadeleye öncelik veren ülkelerle gerilim yaratabilir ve uzun vadede ekonomik riskler doğurabilir. Bu belirsizlik, piyasalarda dalgalanmalara yol açarak yatırımcıların güvenli limanlar aramasına neden olabilir. Bu durum, gelişmekte olan piyasalardan sermaye çıkışını hızlandırarak bu ülkelerdeki borçlanma maliyetlerini artırabilir ve büyümeyi yavaşlatabilir.
Trump’ın ikinci dönemi, gelişmekte olan ülkeler için hem fırsatlar hem de riskler barındırıyor. ABD Merkez Bankası’nın (FED) Trump yönetimi altındaki genişlemeci politikalara yönelmesi, kısa vadede gelişmekte olan piyasalara sermaye akışını artırabilir. Ancak, bu tür sermaye hareketlerinin sürdürülebilirliği, ABD’nin ekonomik ve siyasi istikrarına bağlı.
Öte yandan, Trump döneminde güçlenen dolar, gelişmekte olan ülkelerin borçlanma maliyetlerini artırabilir. Türkiye gibi dış borç oranı yüksek ülkeler, bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Ayrıca, Trump’ın sert diplomasi tarzı ve yaptırım tehditleri, gelişmekte olan ülkelerin ABD ile ticari ilişkilerini zayıflatabilir.
Bununla birlikte, Trump’ın ikili ticaret anlaşmalarına öncelik verme politikası, ABD ile iyi diplomatik ilişkiler geliştiren gelişmekte olan ülkeler için avantaj sağlayacaktır. Bu ülkeler, ABD’nin korumacı politikalarının etkisini hafifletebilir.
Trump’ın Avrupa Birliği’ne (AB) yönelik eleştirileri, transatlantik ilişkilerde yeni gerilimlere neden olacak gibi görünüyor. NATO harcamaları, otomotiv sektörü üzerindeki baskılar ve ticaret dengesizlikleri gibi konular, ABD ve Avrupa arasında ekonomik çatışmaları derinleştirebilir. Ayrıca, Trump’ın İngiltere ile yakın ilişkileri, Brexit sonrası AB’nin ekonomik toparlanmasını zorlaştırabilir.
Bu gelişmeler, Avrupa ekonomilerinin büyüme dinamiklerini zayıflatır. Özellikle Almanya gibi ihracata dayalı ekonomiler, Trump’ın korumacı politikalarından olumsuz etkilenebilir. Enerji politikalarındaki farklılıklar da Avrupa’nın enerji güvenliği stratejilerini yeniden gözden geçirmesini gerektirebilir. Ülkemiz içinde bu dönem özellikle ekonomi alanında bir çok olumlu ya da olumsuz etkiyi yaşamamız kaçınılmaz.
Türkiye, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde hem ekonomik hem de diplomatik anlamda önemli zorluklarla karşı karşıya kalabilir. İlk dönemde yaşanan S-400 krizi ve yaptırım tehditleri gibi konular, Trump’ın ikinci döneminde de tekrar gündeme gelebilir. Bu tür baskılar, şu anda olumlu giden Türkiye’nin finansal piyasalardaki risk primini artırarak ekonomik kırılganlıkları derinleştirebilir. İthalatı daha çok dolar ile yaparken, ihracatı daha çok euro ile yapıyoruz. Güçlü dolara karşı zayıf euronun dış ticaret açığı açısından işimizi bir parça zorlaştıracağını da söylemek mümkün.
Öte yandan, Trump’ın büyümeye odaklanan ekonomik politikaları, dolaylı olarak Türkiye’ye fırsatlar sunabilir. ABD ekonomisindeki büyüme, Avrupa pazarındaki talebi artırarak Türkiye’nin ihracatını destekleyebilir. Ancak, bu olumlu etkinin, küresel likiditedeki daralma ve sermaye çıkışları nedeniyle sınırlı kalması muhtemel.
Trump’ın İran’a yönelik yaptırımlarının sıkılaştırılması, Türkiye’nin enerji stratejisi üzerinde de olumsuz etkiler yaratabilir. Türkiye, İran ile ticaretini azaltmak zorunda kalabilir ve alternatif enerji kaynaklarına yönelmek durumunda kalabilir.
Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, dünya ekonomisinde belirsizliği artıracak. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, bu belirsizlikten en fazla etkilenen gruplar arasında yer alıyor. Türkiye, bu süreçte ekonomisini daha dirençli hale getirmek için stratejik adımlar atmalı.
Enerji bağımlılığını azaltmak, üretim kapasitesini artırmak ve dış finansman ihtiyacını sınırlamak, bu tür küresel dalgalanmalara karşı Türkiye’nin daha güçlü bir pozisyon almasını sağlar. Ayrıca, ABD ile yapıcı bir diyalog geliştirmek, yaptırımlar gibi risklerin önüne geçmek açısından kritik öneme sahip.
Sonuç olarak, Trump’ın ikinci döneminin dünya ekonomisine etkileri karmaşık bir tablo çizmektedir. Türkiye, bu süreçte fırsatları değerlendirirken riskleri de iyi yönetmeli ve sürdürülebilir büyüme için kararlı adımlar atmalı.