Ben St. Antoine’a gitmedim

Narin’le her sene aynı Noel telaşına düşüyoruz. Aslında bizim Noel’le bir alıp veremediğimiz yok ama o gün aynı zamanda Güliz’in de doğum günü. Hayat müşterek olduğundan arkadaşlar da öyle oluyor; Narin’in arkadaşı, bir bakmışız bir süre sonra benim de arkadaşım -vice versa.

Güliz biraz harcıâlem biridir, dolayısıyla eczacı da değildir. Mevsimi umursamadan sürekli çilek yediği ve su pismiş temizmiş, soğukmuş sıcakmış aldırış etmeden denize girip bir de çıkmak bilmediği için “Çilekdenizi” deriz -bu mantığa göre, “Denizçileği” desek daha doğru olurmuş ama artık geçti. Her doğum günü geldiğinde ille ayine gitmek ister. Tabii ayin dediysem öyle her kiliseye gitmez; ya İstiklal’e çıkıp St. Antoine’da alacak soluğu ya da Kadıköy’deki Aya Triada’da. Öncesinde ise mutlaka bir meyhane faslı olacak, kafalar iyice dumanlanınca haydi kiliseye. Çilekdenizi Güliz, bereket bu sene beni davet etmedi çünkü kız gecesi olacakmış. Böylece, Narin de meyhanede başladığı geceyi kilisede bitirdiği için uzun zaman sonra evde yalnız kaldım. Biraz düşündüm.

Bu Noel ayinine gitmek de neyin nesidir? Pek tabii ki ilericilik göstergesidir. Kilisede Noel ayinine ilericiler gider, ertesi gün de ilericiliklerinin ne kadar ileride olduğunu arkadaşlarına anlatırlar. Bu hesapça ben biraz gerici oluyorum. Çocukluğumdaki birkaç sürüklenişi saymazsak Noel akşamı kiliseye hiç gitmedim.
Gelgelelim, gitmemek de bir çözüm değildir. Zira, ertesi gün bunun mahcubiyetiyle baş başa kalırsın. Mesela, bin yıldır tanıdığın Mahmut gelir, “dün seni St. Antoine’da göremedim” der, sen cevap vermeye fırsat bulamadan sorar: “Aya Triada nasıldı?” Buna da gitmediğini söylesen “Samatya’daydın yani?” diye soracak, yok desen sıra İstanbul’un tek tek bütün kiliselerine gelecek. Ta ki sen “evet, ben de oradaydım, pek güzeldi, çok ilericiydi,” diyene kadar.

“Gitmedim ulan, evdeydim!” demek kolay gözükse de sanıldığı kadar kolay değildir. Önce ifade değişir, acınası bir yüz, seni böyle bilmezdik, demek sen de ha, vay gerici, dönek, yazıklar olsun benzeri düşüncelerden zihninde bir aşure yapıp karşına dikilir. Bir de ben bankada çalışarak sosyalist olmadığımı bordromla ilan ettiğim için zaten mimliyim. Nihayetinde, karşındakinin alnında “tamam sosyalist değilsin, anladık, ama artık laik de mi değilsin?” sorusu iyice belirginleşir.

Gören de bunları Marx’la beraber dolaşmış, grev çadırlarında sabahlamış, bütün barikatların arkasında çatışmış sanır. Bizim kentli ortasınıf çevremizde bu devrimcilik sokaklarda değil ancak hayallerde -bazen sadece rüyalarda- yaşanır. Ama 24 Aralık geldi mi, bir vecibe gibi kiliseye gitmek, orada birilerine istemeden görünmek gerekir. “Aaa, Mahmut, sen de mi buradaydın?” der kucaklaşırsın, böylece ikiniz de birbirinizi temize çekmiş olursunuz. Ertesi gün Koço’da, Safa’da ya da Yakup’ta buluştuğunuzda “Mahmut da oradaydı, beraberdik,” dedin mi tamamdır. Seneye kadar rahatsın.

İşte beni huzursuz eden bu Çilekdenizi Güliz’in doğum günü gecesinde sürekli kiliseye gitmek istemesi. O gitmek istemese hiçbir sorunumuz olmayacak, bu geceyi suç ortaklığı sessizliğiyle geçireceğiz. Ama yok, bir kere doğum günü olduğu için aramak gerekiyor. O da yetmiyor, ne de olsa yakın arkadaşımız, hediyesi verilecek, görüşülecek. İşte o esnada patlatıyor bombayı: “Akşam yemek yeriz, sonra da kiliseye…” Doğum günü olduğu için kimse bir şey de diyemiyor.

Bu sene kız gecesi olacağı için ben ilericilik gösterisinden muafım ama seneye Aralık’ın 20’si gibi aynı endişeleri yeniden yaşamaya başlarım. Hava bu kadar soğuk olmasa belki bana eziyet gibi gelmeyecek, ben de katılacağım, hatta, ne de olsa ilerici olduğum için, belki ayini severim de. Ama bu havalarda sokaklarda olmak bana iyi gelmiyor. Bunun yaşla da bir alakası yok. Eskiden de sevmezdim soğuğu. Ama artık bir gazeteci olduğum için neler yapıp yapmadığımı kamuoyuna anlatmayı borç biliyorum. Evet, ben St. Antoine’a gitmediğim gibi başka bir kiliseye gitmedim. Evdeydim.

Gericiysem gericiyim ulan, var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Suat Özdeş Arşivi