Bilgehan Uçak
Kronikleşen asgari ücret sorunu
Siz bakmayın başların Suriye’ye döndüğüne, Aralık’ın 15’inden sonra Türkiye’nin temel gündemi yine ekonomi olacak. 10 Aralık’ta başlayacak asgari ücret tartışmalarında epey bir gürültü patırtı kopacak. Sonra, ayın 21’inde Merkez Bankası faiz kararını açıklayacak. Genel beklenti, aylar sonra faizde küçük de olsa bir düşüş olacağı yönünde.
Sığınmacı sorununda kaçan fırsatlar
Piyasanın buna vereceği reaksiyonun nasıl olacağını, Merkez Bankası’nın kurun dalgalanmasına izin verip vermeyeceğini ise zaman içinde göreceğiz. Muhalefet partileri, çeşitli parametreleri göz önünde tutarak asgari ücretin ne olması gerektiğini açıklıyorlar. Asgari ücret için konuşulan seviyelere bakınca, muhalefetin en az yüzde 60 zam yapılmasını şart koştuğunu görüyoruz.
Gelgelelim, asgari ücreti artırmak işin bir yönü. Bütün sorunlar asgari ücretin artmasıyla çözülebilecek olsaydı, zaten bugün bir sorundan söz ediyor olmazdık. Asgari ücret, Norveç seviyesine çıkarılırdı, sorunlar da tümden ve kalıcı olarak çözülürdü. Oysa, enflasyonu yönetemezseniz asgari ücreti artırmanın hiçbir faydası yoktur. Bunu geçen senelerde yaşadık.
2022’ye girerken asgari ücrete beklenenin üstünde bir zam yapıldı ama fiyatlar da eşzamanlı olarak fırladı, asgari ücret artsa da birkaç ay içinde satınalım gücü geriledi, yıl ortasında bir zam daha yapılması gerekti. Asgari ücreti artırdığınızda iç talebi yükseltmiş oluyorsunuz. İç talep artışı da enflasyonisttir, bunun üstesinden gelebilmenin yegâne yolu üretimi artırmaktır.
COP30 da başarısız olacak, çünkü…
Peki, üretimi artırmadan asgari ücrete büyük zam yapılırsa ne olur?
Enflasyon patlar, yapılan zam da hiçbir işe yaramaz. Bu da bir kısırdöngü getiriyor, zammı yüksek tutmak enflasyonu fırlatıyor, fırlayan enflasyon asgari ücreti erittiği için ara zamlara ihtiyaç duyuluyor. Birbirinin hem sebebi hem de sonucu olan bu ilişki, ekonominin belini kırıyor. Mehmet Şimşek, kendisinden önceki politikanın irrasyonel olduğunu söylerken birincil önceliğinin enflasyonla mücadele olduğunu açıklamıştı.
Ne yazık ki, geçen bir buçuk senede yapısal reform, vergi reformu ve kamuda tasarruf alanında kaydadeğer hiçbir adım atılamadı. Düşünsenize, vergi gelirinin üçte ikisi hâlâ dolaylı vergilerden toplanıyor. Böyle olunca da dışarıdan Türkiye’ye doğrudan yatırım gelmedi. Yeterli tasarruf oranına sahip olmadığımız için üretim kapasitesinin büyümesi de mümkün olmadı. Buna bir de hukuk devletini tesis edemediğimiz için Türkiye’den kaçan nitelikli insanı ve maddi kaynağı ekleyin.
Kılıçdaroğlu'na açılan davanın öteki yüzü
Elde bir şey kalmayınca mücadelede kullanılabilecek tek enstrüman faizlerdi. Faizlerin yüksek tutulması “carry-trade” işlemini çok cazip kılarken ciddi bir maliyete yok açtı. Ama düşürmenin bedeli de kurlar üzerinden enflasyonu patlatacağı için bunca çabanın çöpe atılmasına anlamına gelecek. İşte iktidar bu ikilemden çıkamıyor. Büyümeye öncelik verse enflasyon patlayacak, muhtemelen Şimşek yeniden “istenmeyen adam” ilan edilecek ve yerine başka biri atanacak; enflasyonla mücadelede tam kararlılıkla yol alınsa bu sefer de iyice eksiye düşen büyüme işsizliği yükseltecek.
Şimşek, asgari ücrete yapılacak zammın hedeflenen enflasyona göre ayarlanmasını istiyor, bu açıkça insanların alım gücü kalmasın ve para harcayamasınlar, bu sayede de parasız kaldıkları için enflasyon düşsün demek.
İnsani değil, vicdani değil, ahlaki değil. Öte yandan, asgari ücreti geçmiş enflasyona endekslediğinizde de enflasyon belasının önünü alamıyorsunuz. Ekonomi yönetimi bu girdaptan çıkamıyor, çıkamayacak da. Hakkını yemeyelim, Şimşek’in ekonomi politikası bazı sonuçlar verdi; kurlar belli bir yerde sabit kaldı, çılgın fiyat artışları yavaşladı, yıllar sonra gelen reel faiz insanların Türk Lirasına dönmesini sağladı, buna mukabil, Kerim Rota’dan duyduğum bir tabirle söylemem gerekirse, “ekonominin ruhu” TL’ye dönmedi.
Bırakın öyle altı aylık, üç aylık mevduat hesaplarını, pek çok insan artık bir aylık mevduat süresini bile uzun görüyor, bu belirsizlik ortamından ürktüğü için birikimini günlük işlem yapabileceği fonlarda tutmayı tercih ediyor. Bütün bunlar bir an önce yapısal reformların kararlılıkla hayata geçirilmesini elzem kılıyor. Yapısal reformların gerçekleşmesini umursamadan sadece asgari ücretin artmasını talep etmek esas sorunları çözmeye yetmeyecek, birkaç aylık geçici rahatlamaya yol açsa da çok da uzun olmayan bir vadede enflasyon olarak geri dönecektir.
Türkiye’nin ortalama geliri, asgari ücretten kabaca yüzde 10 fazla. En büyük sorunumuz ise iki kişiden birinin asgari ücretle geçinmek zorunda kalması. Bir başka açıdan söylersek, asgari ücret, ortalama gelir seviyesine geldi. İşte esas sorun, asgari ücretin ne kadar olacağından çok, iş gücü piyasasında asgari ücretle geçinenlerin oranıdır.
Bu oranı düşürmek ve ortalama gelir ile asgari ücret arasındaki makası açabilmek içinse hukuk devletini ve yapısal reformları çok güçlü bir şekilde talep etmemiz gerekiyor.